Korkuya karşı umut:  “Merhaba soylu sevdam…”

 

“Bazı şeyleri bir çırpıda silemezsin, çırpınarak silersin..”

(Özdemir Asaf)

 

“Korku kalbi yok eder”, der bir Boşnak atasözü. Ölüm korkusudur bütün korkuların anası. Herşeyin bir sonu vardır ve Sonlu olanın zorunlu akıbeti korku üretir. Bunun ilacı sadece sonsuzluğa yani Allaha ve  ahrete imandır.  Bu imanın yani maneviyatın sembolü olan kalp, ölümlü insanı ait olduğu sonsuz alemle bağlantılandırarak korkuyu yener. Ölüm, açlık,başarısızlık, yenilgi gibi korku nedenleri ile kalbin esenliği çatışır. Korku kazanırsa, iman gider.

Belki bundandır,  batı uygarlığı eski Yunandan öğrendiği bütün ‘tanrıları’ yani evrenin farklı özelliklerini ve yasalarını çözüp hükmederken sadece Kronosu, yani ‘zamanın sırrı’nı bir türlü çözemiyor. Zaman, yani sonu olan süreklilik, aslında ölümdür. Mevcut var oluş içinde istediğiniz kadar dünya cenneti kurun, zaman yok eder. Ve her daim yeni bir başlangıç vardır. Dünya Sultan Süleyman’a bile kalmamıştır ve Efrasiyab’ın saraylarında şimdi baykuşlar ötmektedir. Allah ve ahiret inancı, sonsuz olanın esenliğini yani geçici dünya hayatı ile doğru bir bağ kurmayı ve gerçekten yaşamın kölesi olmadan yaşamayı öğretir. Bunu hakkıyla iman etmeyenler asla kavrayamaz. Bu nedenle batı o aradığı hazineyi yani ölüm korkusunu yenen ilacı asla bulamayacaktır. Çünkü inanmayı bilmemekte, bilenlerle de inatla savaşmaktadır.

Yaşamın anlamı, işte bu korkuyu yenince kavranır. Halil amca gibi. Hatay mülteci kampında yaşayan, üç çocuğunu,eşini,bütün yakınlarını kaybetmiş ve sağ kalan küçük kızıyla Türkiye’ye sığınmış Halep’li Halil amca, gece gündüz demeden hem de neşeyle Suriyeli yaralılarla uğraşıyorken bu dramatik hikayenin içinde nasıl bu kadar hayat dolu, özgüvenli ve umutlu olduğunu soran bir arkadaşa şöyle demiş: “Evladım biz eskiden şöyle yaşardık. Birgün karakoldan kızımı çağırdılar. Bende nolur nolmaz diye yanında gittim. Kızım çok güzeldi ve yüzünü gizlemek için peçe takarak komutanın odasına girdi. Komutan eliyle önce peçesini açtı. Küfür ve ayıp sözler söyledi. Sonra odasına çağırdı. Ben itiraz edince yanındakiler üzerime çullanıp beni tartakladı. Komutanda ayakkabısını ağzıma dayayıp yalamamı istedi. Sonra kızımı odasına aldı….” Burada durdu dedi arkadaşım, Halil amca burada anlatmayı bıraktı, yutkundu ve şöyle dedi, “evladım devrim başladı ve biz isyan etmeyi öğrendik. Ölümden beter bir hayatın çukurundan çıkıp onurumuzla yaşamak nedir şimdi anladık. Ben bu yaşıma kadar ne yaptığımı bile unuttum. İlk defa yaşadığımı hissediyorum. İlk defa kendimi özgür hissediyorum. Kaybettiklerime üzülmüyorum çünkü onlar da artık özgür ve ben de yakında yanlarına gideceğim.Nasıl olsa hepimiz aynı yere, Allahın yanına gideceğiz.”

Hamas lideri İsmail Heniye’nin dediği gibi, “Ey zalimler, bizi öldürebilirsiniz ama yenemezsiniz, çünkü biz sizin o çok korktuğunuz ölümü seviyoruz, çünkü ölümü de hayatı da yaratan Allaha inanıyoruz.Bunu siz asla anlayamazsınız”

Korku, umudu da yok eder. Geleceğe dair umudu olmayanların geleceği de olmaz. Bundandır Suriye’nin, Irak’ın,İsrail’in zalimleri, bütün dünyayı arkalarına almalarına rağmen silahsız güçsüz sahipsiz ama umut dolu mazlum toplulukları bir türlü yenemiyor, boyun eğdiremiyorlar. Ama bu asil ve imanlı halklarımız korkuyu yenip şereflice direnip bedelini de tevekkülle öderken, başka bir yerde hiçbir acıyı tatmadan ve bedel ödemeden korkup titreyen birtakım insanların olması asıl trajedimizi gösteriyor.

Son 200 yıllık makus talihimizin belki de en dramatik sonucu, imanımızda olmayan ama devlete ve topluma sinen bu korku duygusu. 1827’de Osmanlı ve Mısır donanmasının Navarin’de  İngiltere-Rusya-Fransa ortak cephesinin kalleşçe tuzağıyla bir gecede tamamen yok edilmesinden beridir devlete sinen bu korku, bir şeytani fısıltı olarak yüzyıllardır neredeyse herkese, her kesime egemen olmuş durumda. Belki daha geride Endülüs’un sonu var. Haçlı ve Moğol istilaları var. Tanzimattan beridir, ya din elden gidiyor, ya devlet, rejim, ya bölünüyoruz, ya irtica geliyor, ya kadınları zorla kapatacaklar, ya kızlarınız ahlaksız olacak türünden binbir çeşit korkuyu üretip paylaşıp hep tedirgin ve husumet dolu bir jaleti ruhiye içinde çırpınıyoruz. En başta devletin kendisi bu korkular üzerine kurulduğu için, varlığını koruma adına düşmanık üretip zalimleşen bir baba figürü olarak, herkesi zehirlemiş durumda. Evet, Müslüman olduğumuz için ve bu topraklarda yani kritik bir jeopolitik havzada yaşadığmız için bin yıldır bir savaştayız ve dönem dönem kazansakta, ümmetimizin tarihi dış saldırılar ve iç savaşlarla dolu. Sürekli yok oluşun eşiğine gelip yeniden doğuşlarla ayağa kalkıyoruz.ama devlet zaten bu hengameyi toplum adına ve lehine yönetebilmek için var. Oysa bütün korku dolu kabus senaryolarını üretip yayan ve üstüne milletine düşmanlık yaparak Haçlılara vekalet eden bir devlet anlayışı var oldu bugüne kadar.

İşte son 200 yıllık kendine güvensizliğin ve korkulardan beslenen bu devlet anlayışının son bulmasının sembolü olarak Tayyip Erdoğan’ın kırıp parçaladığı bu korku düzeni tam olarak yıkılmadı. Son haçlı savaşı olan 1. Dünya harbinden kalma sınırlar, alışkanlıklar, devşirme nüfus, kompleksler,ideolojik sapkınlıklar hala duruyor. Pozitivizm,milliyetçilik,sosyalizm,liberalizm gibi Haçlı ideolojileri hala gençlerimizi çalıp birer batılı misyoner gibi anababalarına ve değerlerine düşman edebiliyor.Ordumuz hala peygamber ocağı ruhuna uzak. Devlet, hala İngilizlerin,Fransızların kurduğu gibi çalışıyor. Toplumda yeniye olan umut yükselse de, eskinin çürütüp ahlaksızlaştırdığı pespaye bir yığınla beraber yaşamaya tahammül ediyoruz. Anadolu’nun yerlileri, yani gavurlaşmamış gerçek Türkler ve Kürtler ilk defa karar verici elitlerini devlete göndermişken, eski düzenin son silahı olan münafık karakterli devşirme unsurların, örgüt ve cemaatlerin, yine İslam milletini parçalayan ve ilkel etnosuna tapan türk kürt faşistlerinin, Kemalist zihinli bürokratların, ahlaksız ve rantiye oligarşinin tasfiyesi hala gerçekleşmiş değil. Velhasıl can çekişen eski Türkiye ile millete ait kerim devletin yeniden doğuşunun kesiştiği yerdeyiz.

Bünyemize, ruhumuza, reflekslerimize sinmiş olan korku diyalektiği, günlük siyasete de damga vuruyor. Meseleye ümmetin ortak kaderi olarak bakanlar için olan biten her şey çok aşina aslında. Mezopotamya-Akdeniz havzasının ortak kaderini İbrahimi geleneğin pagan-putperest gelenekle kadim savaşı olarak okuyanlar için, yeni bir şey yok. Bu bir savaş ve bizim davamız bu savaşta safı doğru seçip sefere koşmaktan ibaret. Allahla beraber güce,paraya,makama,başarıya tapanların Allaha eş koştukları her bir tanrıları adına bizi yargılayıp düşmanla birlikte vurmalarına da alışkınız.. Eski İran, Babil, Mısır, Yunan ve Mekke müşrikleri gibi çok sayıda putları var. Başarı putları var mesela, Suriye’de Esed’i yıkamama başarısızlığı o putun haklılığını gösteriyor onlar için. Güç putları var ayrıca, ABD çok güçlü mesela, gayrısafimillihasılası bilmem şu kadar,yeni silahlarıyla istese dünyayı yok edebilir, Çin’in nüfusu, İngilizin şeytani hesapları, Rus’un doğal gazı, İran’ın fitneleri…baş edemeyiz bunlarla diyorlar. En iyisi temkinli olmak, düzeni bozmamak, daha yumuşak bir üslupla yavaş gitmek diyorlar..

Bunlar yaşanan sürecin sadece basit bir iktidar oyunu, rejim değişikliği, batıyla yeni denge  kurma çabası, falan zannediyor. Ya da birilerinin planlayıp, kurgulayıp, gizli saklı hesaplar yapıp uyguladıkları hamleler…Çünkü öyle bir teolojileri var. ‘Tanrılar(büyük güçler) savaşıyor.  Kullara(güçsüz ulusdevletlere) düşen kendi tanrısının kazanması için çaba göstermek. Ya da suya sabuna dokunmadan yaşamak. Bu oyunda yenilen oyun dışı kalıyor.O halde kazananı kollayıp oyunda kalmak, devletin varlık ve bekası için yeterli’.  Bu pagan bilinçaltının Halil Amca’ları veya  o yıllardır her tür zulüm,haksızlık, yoksulluk ve aşağılamalara rağmen sabırla bugünleri bekleyen annelerimizin duasına layık olmaya çalışan sıradan,basit, doğal mümin reflekslerini kavramasına imkan yok. O annelerimiz, Yani batılı teorilerle beyni karışmış ukala aydınların bilmediğini bilen yani  saf imanlarıyla hiçbir sonuçtan korkmayan annelerimiz farkında ki , bugün olan bitenler, Müslüman bir toplumda, Müslüman bir tarihin içinde korkuyla kaybettiğimiz kendine güvenin imanla yeniden ikamesi ve bu yönde bir normalleşmeden ibaret. İşte bu eski düzenin her renkten imansız korkaklarını asla ikna etmiyor. Çünkü taptıkları tanrılara yer yok bu gerçeğin içinde. ABD planları, Yahudi lobisi, Rusya,İran,Para,Silah,Petrol,güçlü ekonomi, jeopolitik gerçekler, sosyolojik bilmemneler…hiçbir sahte tanrı yok annelerimizin kalbinde.Yalnızca “O” var ve O ne derse o oluyor. Her şey Allahın takdiri ve  sıradan insanların tevekkül ve imanına dayalı basit çabalarıyla olup bitiyor. Ve bu yüzden de Korkulan hiçbir şey olmuyor. Aksine her geçen gün birer birer yıkılıyor korku duvarları. Çocuklarımızı kurban alan canavarlar unufak ediliyor, toplumu birbirine düşüren putlar,ırklar,mezhepler,ideolojiler çöpe atılıyor, fitneci devasa camialar yerle yeksan oluyor, ölüsevici putperest bir rejim adım adım yıkılıp içinden özgürlük ve asalete dayalı daha normal bir rejimin inşası için imkanlar yeşeriyor.

İnsanı insanlaştıran, Türkleri, Kürtleri, Arapları, Boşnakları, Gürcüleri, Arnavutları tarih sahnesine çıkartan, Doğunun ve batının zalimlerine karşı bütün bölgemizin güvenliği ve haysiyetini korumayı borçlu olduğumuz o kadim iman yani Tevhid nosyonu olmadığı için haysiyet ve şahsiyet sahibi olmayan, Cihanşumul düşünemeyen, mümin asaletinden yoksun eski devlet bürokrasisinin bu yeni sürece ve kadrolarına endişe ve hasetle baktığı görülüyor. Anlamaya çalışmak yerine, kendini değiştirmek ve korkularını atıp özgürleşmek yerine, hala nasıl düşmanlık yapacaklarını düşünen, nasıl bir kin ve hasetle fitne kazanı kaynatmayı planlayan eski rejimin kullarının çırpınışları bitmeyecek.Normal olan her şeyden rahatsız olan bu unsurların, İslamla, Türkiyeyle, bu milletle yarım kalmış hesaplarını gören batılı ve doğulu üçlerle yaptıkları ahlaksız işbirlikleri, daha çok fitnelere yol açacak. Ama hayatın özü basittir, Allah en zor problemlere en basit çözümler yaratmıştır. Şeytanın bütün hileleri, basit bir duayla boşa ıkar. Tıpkı son birkaç yılda ülkemizde ve bölgemizde yaşanan kendine dönüş sürecine karşı binbir çeşit hile ve komplonun her seferinde annelerimizin o saf ve samimi dualarıyla örülmüş görülmez duvarlara çarpıp tuzla buz olması gibi…

Allah,  anneler ve çocukların vasıtasıyla insanlığı, insan tözünü koruyor. Onların yüzü suyu hürmetine yaşıyoruz ve varlık ve bekamızın sigortası onlar. Çünkü biz büyükleri kirleten para,güç,makam ve gayrımeşru işlerden uzak oldukları için o saf ilahi kalpler,sadece onlarda atıyor. Bu nedenle, boş laflardan çok, annelerin ve çocukların gözlerinin içine bakmak, öğrenmek, yoldan çıkmamak, hakikati ve istikameti yitirmemek için yeterli. Sadece Anadolu’da değil, dünyanın her yerinde, yüzlerce yıllık makuz kaderlerini değiştirmenin sembolü olarak gördükleri  Türkiye’ye ve Erdoğan’a dua eden anneler var. Bunca yalan haber yağmuru ve ters propaganda araçlarına rağmen, hiçbir menfaat beklemeden, hiçbir reklam, sinema, dizi,vb. desteği olmadan, hiçbir telkin veya dışarıdan baskı olmaksızın, tamamen gönüllü,içten gelen bir güdüyle “Allah onu korusun,düşmanlarının elini kırsın” diyen anneler. Ve Anadolu’nun dört bir yanında olduğu gibi, Kudüste,Şamda, Kahirede, Bağdatta, Kürdistanda, Afganistanda, Tunusta, Moritanyada, Bosnada, Üsküpte, Batumda, hatta Erivanda, Atinada, Sofyada, Belgradda, Granada da, Pariste, Berlinde,Londra’da, Newyork’ta, Latin Amerika’da, Asya’da, bu safiyeti,merhameti ve umudu yaşatan anneler, gençler ve çocuklar var. Gözleri ışıl ışıl, yüzleri tertemiz, pırıl pırıl insanlar. Hiçbiri korku nedir henüz bilmiyorlar. Kan, gözyaşı, zulüm, katliam onları korkutmuyor. Acı nedir, işkence nedir tatmamışlar, anadilini konuştuğu için öğretmeninden dayak yemeyi, başörtüsü taktığı için okuluna alınmamayı, namaz kıldığı için aşağılanmayı, farklı düşündüğü için hapse atılmayı, ezilenlerin,yoksulların haklarını savunduğu için,daha özgür,bağımsız bir ülke istediği için, yada vatanı,milleti savunduğu için kendi ülkesinde kendi devletinden zulüm görmenin ne demek olduğunu bilmiyorlar. Son tahlilde insanlık adına bir davaya inanıpta basit bahanelerle onyıllarca hapis yatan insanlardan haberleri yok. Gençliği çalınan yüzbinlerce insanı henüz tanımamışlar. Her biri birer Musa gibi, büyüklerinin tanık olduğu işte bu zalim dünyayı henüz bilmedikleri için, çok temizler ve çok cesurlar. Büyüklerine ezberletilen yalan tarihi, yalan bilgileri, içi boş ezberleri bilmiyorlar, sözümona bilimi, ideolojileri, çağdaş putları tanımıyorlar, büyüklerinin uğruna kan döktüğü ırkları, milliyetleri,mezhepleri  henüz yok. İşte  o insanlar, kadınlar, gençler ve çocuklar, bu dünya hayatının geçiciliğinin ispatı olan, o kisraların saraylarını da yok eden Allahın değişmez değişim yasasının ruhunu taşıyan o çocuklar büyüyor. Onlar büyüdükçe yıkılacak 20. Yüzyılın düzenekleri, değişecek yıkılmaz sanılan bir çok zalim düzen, tükenecek şeytanların nefesi bir kez daha.

İşte, kalbi korkudan kurumuş imansızlara inat, işte bu çocukların saf cesareti ve annelerinin ilahi bir ilhamla ettikleri dualar, sadece bu olmalı yeni devletin klavuzu. Çünkü kirlenmemiş tek saf insan özü, bu kalplerde yaşıyor. Çünkü davamızın özü olan ilayı kelimetullahın manası, bu saf ve temiz ruhların ışığında berraklaşıyor. Çünkü sadece bu dava, insanı aziz bir insan yapabilir. Ve her biri insanın üretip taptığı helvadan putlar olan devlet,millet,vatan, bayrak,ırk, din, mezhep, ideoloji, hukuk, demokrasi, özgürlük,ekonomi,menfaat,para,makam,mevki, aşk,meşk…sadece bu davanın bir vasıtası olduğu kadar kıymet kazanıp, bu davaya zarar verdiği durumda çöpe atılabilen yalan dünya oyuncakları hükmünde olabilir. İnsanı kula veya başka bir yaratılmışa kul eden zalim dünyaya inat, şerefli ve şahsiyetli birer insan olmamızı sağlayan  davamız için, devlette, vatanda, makamlarda birer kıtmir hükmündedir.. Kim ki bunlara tapıyor, bilmeli ki o putların hiç birine artık tapılmayacak. Kim ki onuruyla, emeğiyle, imanıyla yaşamak istiyor, bilmeli ki, bu kadim topraklarda yeşeren yeni fidanlar, o muazzez annelerin cesur çocukları kaldıkları yerden sefere devam ediyor.

Artık bütün kaybedenler, ezilenler, çaresizler Türkiye’ye bakıyor.

Şarkın sevgili sultanı Selahaddin, Anadolunun asil savaşçısı Kılıçaslan, Endülüs’ün son sultanı Ebu Abdullah, Ümmetin ilmi,aklı, vicdanı olan İmam Gazzali, İbn Rüşd, Ahi Evran, Hacı Bektaş, İdris-i Bitlisi ,Osman Bey, Çelebi Mehmet, Fatih, Abdulhamid  ve benzeri ortak tarihin büyükleri Yeni sürece bakıyor.  Son haçlı seferi olan 1. Dünya savaşına karşı kanlarının son damlasına kadar direnen Osmanlının son büyük devrimci kadroları, Enver paşa, Kuşçubaşı eşref, Mehmet Akif Ersoy, Zenci Musa, Kürt Hilmi Musallimi, Iraklı Şii Uceymi Sadun, Lübnanlı Durzi Şekip Aslan,Tunuslu Ali Başhamba, Cezayirli Emir Abdulkadir, Libyalı Şeyh Sunusi,   Azeri Hüseyin, Goralı Mehmet, Üsküplü hasan, Filistinli İzzettin el Kassam… ve daha binlerce asil ruh,imanlı yürek, cesur bilek, şimdi yeni Türkiye’ye bakıyor.. Önce şu küçültülmüş, onuru ve güveni kırılmış toplumu yeniden diriltmek, gaspedilmiş devleti yeniden millete hizmetkar kılmak, parçalanmış insanları,toplulukları yeniden kardeşleştirmek için.. Sonra..200 yıllık korku ve kabus dolu sayfayı kapatıp başka bir dünya, başka bir uygarlık kurabilmek için, mütevazi bir adım olarak, cumhurreisi Tayyip Erdoğan, başbakanı Ahmet Davutoğlu olan bir dönemde, çok değil sade, basit, ama kararlı ve cesur adımlarla bu makus talihi kırıp yarım kalmış tarihsel seferin devamı için.. İnsan olan, imanı olan her yaralı göz, Türkiye’ye bakıyor. Bu tarihsel diriliş yolunun tökezlememesi için,  umudun korkuyu yenmesi için dua ediyor.

Ya bu yol bir etap daha ileriye taşınır, ya da bu millet, o anneler ve çocuklar, kendine başka bir yol daha bulur. Ama asla geri dönüş yok…

Şimdi, işte bu kutlu seferdeki yeni bir etaba daha merhaba, davamız için, o soylu sevdamızın umudu adına, merhaba…

Leave a Reply