Allah’a ve ahiret gününe inanırlar, iyiliği emrederler, kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar, hayır işlerinde de birbirleriyle yarışırlar. İşte onlar iyi insanlardandır. (A’li İmran, 114)
Ahlak meselesinde önce doğru ifadeler kullanmak gerekir. Çünkü konu bir insanlaşma konusudur ve ilahi öğreti insanları insanlaşmaya yani beşeri yönlerini terbiye ederek sorumluluk sahibi varlıklar olmaya çağırır. Bu anlamda din, ahlaka davettir. Ahlakın temeli ise fıtrattır.
İslam ahlakı ifadesi bu bağlamda sorunludur. Bu ifade ahlakın fıtri ve evrensel kaidelerinin sadece İslam’a aitmiş gibi gösterilmesi ve İslam’ın evrensel kaidelerinin Müslüman olmayan insanlar için anlamsızlaşmasını çağrıştırmaktadır. Oysa “mekasıd-ü şeria” bağlamında İslam’ın ahlak kaideleri, bugün bütün insanlığın paylaştığı ve kabullendiği kaidelerdir. Zira İslam özgün bir ahlak önermemiş, insanlığın başlangıcından beri zaten var olan iyi, kötü, güzel, çirkin, doğru, yanlış, kategorilerini onaylayarak müminleri iyi, doğru ve güzel olana uymaya çağırmıştır. Bu anlamda ahlak evrenseldir ve kaynağı ilahi/tabii hukuk öğretisidir. İslam, bu anlamda “güzel ahlak”ı bir kez daha öğütleyerek iman edenleri buna uymakla mükellef kılmıştır.
Bugün için Müslümanlar ahlaklı olmak ve ahlakı savunmakla mükelleftir. Ahlakın evrensel kaideleri, Müslümanlar için de geçerlidir. Bunun dışında sadece İslam’a özgü bir ahlak yoktur. Ancak İslam tarihi içerisinde tarım toplumunun ürünü olan bazı gündelik yaşam davranışları genel ahlak ilkeleri içerisinde örf halinde yer almış ve sanki İslam ahlakı imiş gibi kabul görmüştür. Örneğin geçmişte kadınların tek başına sokağa çıkması “İslam ahlakına ters düşer’ şeklinde yorumlanmıştır. Oysa bugün böyle bir konu şehirleşme bağlamında bir ahlak konusu bile değildir. Ancak “gözleri harama bakmaktan sakınma” “tahrik edici davranış” gibi yasaklamalar bugünkü literatürde “cinsel taciz”, “röntgencilik” “teşhircilik” gibi adlarla her kesim tarafından hala ayıp ve yasak olarak değerlendirilmektedir. Yine eşlerin aldatması bugün bütün dünyada zina olarak tanımlanır ve bir şekilde cezalandırılır veya en azından boşanma nedeni sayılır yani suç veya cürüm olarak kabul edilir. Bunun gibi, zaten evrensel insani birçok davranış, ahlak kavramı içerisinde İslam’ın da onayladığı prensiplerdir. Fazladan İslam’a özgü ayıp ya da yasak yoktur. İslam sadece birçok ayıp ve yasağı, günah olarak tanımlar. Yani bireylerin veya toplumların farklı kültürel, sosyal nedenlerle kötü addettiği birçok davranış, İslam literatüründe fazladan günah telakki edilerek engellenmektedir. Bu anlamda, İslam, insani gelişme adına, iyi ve doğru davranışları teşvik edip, yanlış, çirkin, ayıp davranışları kınamakta, bunu günah kavramının içsel otokontrol özelliğiyle de tahkim etmektedir.
İslam ahlakı ifadesi “kültürel” anlamda Müslüman toplumların geleneksel örf ve adetlerini ifade etmek için kullanılabilir. Ancak bizatihi özgün bir ahlak disiplinini ifade etmek için kullanmak, İslam’ı, Yahudilik gibi belli bir topluluğun dini haline getirir. Oysa İslam, insanlık tecrübesinin geliştirdiği ahlakın fıtri ve evrensel kaidelerini kendi mensuplarına da, bütün insanlık için de tavsiye etmektedir.
Takva-kötülükten,günahtan sakınmak-, iffet, haya, edep, namus gibi kavramlar nasıl ki bütün insanlık için geçerliyse, yalan, ihtiras, nifak, aldatmak, kul hakkı yemek, taciz, teşhir, dedikodu, gıybet bütün dünyada aynı manaya gelip kınanıyorsa, İslamın ahlak telakkisi de bu hassasiyeti müminlere öğütler ve şart koşar.
Yine ilkesel olarak, kim olursa olsun zalime karşı, mazlumdan yana olmak, kendisi için istediğini başkası için de istemek, insanları Adem’de kardeş, İbrahim’de yoldaş, Muhammed’de dindaş bilip din, dil, ırk, mezhep, cinsiyet ayrımı yapmadan saygıdeğer ve eşit görmek, haksızlık karşısında susmamak, iyilikte yarışmak, sadece insana değil bütün canlılara, hatta cansız varlıklara dahi hürmet etmek, israf etmemek, kaba, kırıcı, görgüsüz olmamak, teşekkür etmeyi, özür dilemeyi bilmek, özel hayata saygı duymak, komşu açken tok yatmamak, eline beline diline sahip olmak, haddini bilmek, gibi İslam’ın öğütlediği temel ahlaki değerler, evrensel insanlık değerleridir.
İslam, esenlik ve barıştır ve kula kulluğu reddeder. Bunun ahlaki manası ise, hiç kimseye bir şey dayatmamak ve hiçbir dayatmaya da boyun eğmemektir. Yani ne Müslümanlara veya başka inançtan insanlara zorla ahlak veya inanç dayatması yapılabilir ne de başka inanç veya yaşam tarzı dayatmalarına razı olunabilir. Bu anlamda Müslümanlar, başkalarını Müslüman gibi yaşamaya zorlayamaz, başka yaşam tarzlarını değiştirmeye kalkamaz, insanlara hükmetmeye çalışamaz. Aksine başkalarının da istediği gibi özgürce yaşayabilmesi, Müslümanların sorunudur. Çünkü yargı ve hüküm verecek olan sadece Allahtır ve hiç kimse birbirini inanç veya yaşam tarzı veya ahlak konusunda yargılayamaz. Bu tavır İslamın özgürlükçü ilkesidir ve ahlaki bir emirdir. Bu nedenle, diğer toplumlara nazaran tarih boyunca İslam toplumlarında her türden din ve inanç özgürce yaşayabilmiştir. Mezhep savaşları veya isyanlar, farklı inançların çatışması değil, siyasi hegemonya kavgalarıdır. İslam’ın egemen olduğu hiçbir coğrafyada farklı dinlere baskı olmamıştır. İstisnai örneklerde tamamen konjonktürel ve siyasi koşulların ürünüdür. İslamın özünde başkasına baskı değil, ister siyasi ister dini ister ekonomik veya başka nedenlerle olsun her tür baskı ve tahakküme itiraz vardır. Ancak özgür insanlar ve özgür bir ortamda insanlar aklı selime kavuşur ve özgürce tercihleriyle başbaşa kalabilir.
Ahlak, insanın beşerlikten çıkıp insanlaşması demektir. Fıtratındaki yabaniliği terbiye etmesi, bireysel olgunluğa kavuşması, diğer insanlarla ünsiyet kurması ve birarada yaşayabilmesi için gerekli donanıma sahip olması demektir. Bu nedenle ahlak evrenseldir ve ahlakın dini ırkı olmaz. Ahlakın ötekisi yani ahlaksızlık, insanlık altı bir düzeydir. Bugün bütün dünyada her toplumda ahlakın asgari değerleri ortaktır. Her toplumun geleneksel veya modern ahlaki telakkisi, özünde aynı amacı güder; yani insanın bireysel olgunluğu ve sosyal terbiyesi. Tabii ki bazı detaylarda çeşitli kültürel veya inanç merkezli farklılıklar olabilir. Bir toplumda ayıp görülen şey başka toplumda görülmeyebilir. Veya zaman içerisinde bazı hassasiyetler değişebilir. Ama temel ahlaki değerler daima ortaktır. Yalan kötüdür, taciz kötüdür, yardımseverlik iyidir, paylaşmak iyidir, yani iyi ve kötü daima bellidir ve nettir.
İslam ahlakı, ahlakın kendisidir. Evrensel ahlak, islamın da ahlakıdır. İmam Gazzali veya İbn Miskeveyh’in ahlaki yorumları ile Kant’ın ahlak felsefesi, özünde aynıdır. Marx’ın eleştirdiği burjuva ahlakı ile Ali Şeriati’nin eleştirdiği batı ahlakı, aynı ahlaksızlaşma yani insanlıktan çıkma endişesinden beslenir. Müminler, ahlakı sadece kendilerine ait bir özellik olarak görmemelidir. Yine ahlak, başkasına zorla dayatılacak bir yaşam tarzı değildir. Öncelikle temel ahlaki değerlerin fıtrata ait olduğunu ve fıtratı bozan koşullar değişmedikçe ahlakın da bozulmaktan kurtulamayacağını unutmamak gerekir. İnsanlar zulüm görünce, aç kalınca, yerinden yurdundan edilince, aile içi şiddet veya sosyal-siyasi baskılara maruz kalınca, ahlaki olan onların bu koşullarını değiştirmeye çalışmaktır, onlara din, ibadet dayatmak veya ahlaki kurallar adına kınamak değil. Bu anlamda, ahlak, Allah adına veya ahlak adına bir baskı ve tahakküm aracı değildir. Aksine, ahlak, her tür baskı ve tahakkümü ortadan kaldırıp insanların fıtratıyla özgürleşmesini sağlama imkanıdır. Eğer ahlaki ilke ve kurallar insanları baskılıyor, istemedikleri şeyleri yapmaya zorluyorsa, orada ahlaksızlık o baskılardır. Başkasına zarar verilmediği sürece, insanlar istediklerini yapmakta özgürdür. Çünkü vicdan, en iyi yargılayıcıdır. Allahın bir adı da vicdandır.
Ahlaklı bir toplum, açlıkta da toklukta da sapıtmaz, yoldan çıkmaz, şımarmaz. Ahlakı olan bir toplumun devleti, kendi toplumuna baskı kuramaz, zulmedemez. Başka ülkeleri işgal edemez, başka toplumlara düşmanlık yapamaz. Ahlakı olan bireylerin imanı da sahih olur. Ama imanı olupta ahlaki zaafı olanların imanları da sakıttır. eksiktir. Ahlak yoksa dinde yoktur.
Ahlak, insanların ve toplumların ortak vicdanı, karakteri, şahsiyeti ve haysiyetidir. Ahlak, özgürlükleri kısıtlamaz, aksine sorumlulukla özdeşleştirir. Sorumluluk duygusunu, utanma duygusundan doğmuştur. Utanma duygusu, bütün insani duyguların içinde insanı insanlaştıran en temel duygudur. Ahlak, utanmayı bilmektir. Utanma, iyi ve kötüyü, doğru ve yanlışı, güzel ve çirkini, helal ve haramı, günah ve sevabı bilmek, bu bilinçle kendisine, başkasına ve Allaha karşı saygılı olmaktır. Yani özdenetimdir. Ancak utanma duygusu olanlar başkası için değil, mecbur olunduğu için değil, hatta Allah için bile değil, iyi, doğru ve güzel olduğu için ahlaklı olur. Allahta, kendisinden korktuğu için değil, ahlaklı olduğu için iyi, doğru güzel işler yapanlardan hoşnut olur. Çünkü Allaha, başkasına ve kendisine karşı dürüst olmak, ahlakın özüdür. Ahlaki sorumluluk duygusu, özgürlüğün de dürüstlüğün de takvanın da temelidir.
Putperestliğin Edepsizliği
Gerek küresel düzeyde gerekse ülkemizde daima gündemde olan birçok önemli önemsiz meselenin etrafında döndüğü temel bir sorun var: Ahlak.
Kimilerinin yaşam tarzı kimilerinin din tartışması olarak gördüğü sorun, aslında bir ahlak tartışması. Farklı ahlak anlayışları veya ahlak felsefesi değil, düpedüz ahlak. Meselenin özü açıktır; insanlığın kadim ahlakından kendi kavramlarımızla ifade edersek edep, hayâ, hicap, terbiye, ar, namus, mahremiyet gibi insanı insan yapan değer ve ölçülerin tahribatından rahatsız olanlarla, bizatihi bu tahribatı arsız, hayâsız, edepsiz, terbiyesiz, namussuz bir küstahlığa döküp çağdaşlık, özgürlük kılıfıyla meşrulaştırmaya hatta norm haline getirmeye çalışan pagan-putperest unsurların savaşı söz konusudur.
İnsanlık tarihi, ahlaki yozlaşma ve çürümeyle çöken toplulukların mezarlarıyla doludur. Ve kadim ahlaki ölçüler insanlık tarihi boyunca, dini, dili, kökeni ne olursa olsun, asla değişmemiştir. İnsanlık daima evlilik dışı cinsel ilişkiye zina, bunun parayla yapılmasına fuhuş, aynı cinsle cinsel ilişkiye homoseksüellik, vücudu teşhir etmeye veya başkasını dikizlemeye edepsizlik, cinselliği sergilemeye terbiyesizlik, aleni cinsel davranışlara arsızlık, hayâsızlık ve bu davranışları normal görmeye de namussuzluk demiştir. Ve bu hala böyledir. Dünyanın en yozlaşmış toplumlarında bile, magazin dünyasında en çok gündem olan skandal konular hala aldatma, teşhir, fuhuş, homoseksüellik vb. kadim ahlaki ölçülere aykırı davranışlardır. Bir toplumu bir arada yaşatan asıl dinamiklerden biri olan güven, insanların ahlaken de birbirlerinden emin olmalarıyla mümkündür. Bunun için bütün ilahi dinler, deruni felsefeler, bu değerleri vazetmiş, insanlara bu davranış ve ölçülere uymayı şart koşmuştur. Zira Mevlana’nın ifadesiyle; “insanla hayvanı ayıran tek şey, edeptir.”
Modern çağlarda batıda başlayan din karşıtı söylemin gerisinde yatan pagan-putperest eleştirilerin gelip durduğu yer, aslında tarih boyunca pagan-putperest toplumların ahlaki düşkünlüğünün ifadesi olan serbest-ahlaksız yaşam tarzının meşrulaştırılmaya çalışılmasıdır. Allah’a inanamayacak kadar düşkün ve geri zekâ düzeyine sahip olan, bu nedenle Firavunların, Nemrutların kulu haline getirilmiş kölelerin ideolojisi putçuluktur. Ve İbrahimi gelenek, bu nedenle bütün putları yıkarak işe başlamış, insanı düştüğü aşağılık çukurdan ayağa kaldırıp, kula kul, nefsine köle olmaktan çıkartıp, kendi kaderinin efendisi olabilen birer şahsiyete dönüştürmeye çalışmıştır. İslam’ın yasakladığı leş, kan, domuz eti, içki, fuhuş, kumar, fal ve büyü gibi yasaklar aslında askeri-tarım düzenlerinin kutsal devlet ve seçilmiş üstün yönetici sınıfı uğruna yaşamak, çalışmak ve savaşmak zorunda bırakılan kölelerin yaşam tarzıdır. Çünkü ancak sarhoş kafayla anlamsız savaşlarda ölüme gidilir, efendilerin saraylarına taş taşınır, ancak ucuz domuz etiyle karın doyurulur, ancak kumarla bu çileli hayatın sıkıntılarını birden atlatma arzusu giderilir ve ancak zina ve fuhuşla anormal hayatın zevkleri tatmin edilebilir. Bu alışkanlıklar toplam bir pakettir ve birini yapan diğerlerini de yapar. Dinlerin yasakladığı veya günah addettiği bu alışkanların psikolojik veya sosyal anlamda tek tek bazı faydaları olduğu ya da zararı olmadığı sanılsa da, özünde insana zararlı bu alışkanlıklar, toplamda köle davranış kodlarını devam ettirdiği için yani insanın olgunlaşmasını engellediği için yasaklanmıştır. Bugün hala aslında köle gibi yaşayan ama kendini özgür yurttaş, işçi, beyaz yakalı vb. modern statü yalanlarıyla farklı zanneden milyonlarca insan, binlerce yıllık bu köle alışkanlıklarına devam etmektedir. Köleler, bu sefih yaşam alışkanlıklarıyla aslında efendileri taklit ederler. çünkü efendi ve köle aynı düşkünlüğün iki yüzüdür.
Dinler, insanı yanıltmaz. İnsanı kötülüğe teşvik etmez. İnsana zarar vermez. İnsanı insanlaştırmaya çalışır. Din adına işlenen zulümler, baskılar, yanlışlar, dinlerin suçu değil, bu köle ruhlu insanların ve efendi-köle düzeninin dinleri de kendine benzeten kadim terörünün ürünüdür. Evet, putperestlik, tevhidi devrimin yıktığı düzeninin acısını, intikamını hala almaya devam etmektedir.
Bu savaş, hem teolojik hem siyasi düzeyde daima devam etmiştir. Ama en derin, en yaygın ve sürekli savaş, yaşam tarzı düzeyinde sürmektedir. Bazen din savaşı bazen ideolojik savaş kılıfına bürünse de, her toplumda, ahlaklı olanlarla ahlaksızlar, edeple edepsizlik, namuslularla namussuzlar, farklı konular altında karşı karşıya gelmiştir. Modern çağda muhafazakârlık-modernlik gibi başlıklara indirgenen bu ahlak savaşının özü, insanlıkla insan olamamışların kadim savaşıdır.
Batı, kendi içinde pozitivist-seküler bir düzen kurarak, pagan-putperest alışkanlıkları normalleştirmekle bu savaşını bitirmiş görünmektedir. Bunun sonucu ise, nesillerin tükenmesi, homoseksüellik, pedofili, ensest, alkolizm, uyuşturucu bağımlılığı, güvensiz ilişkiler, yalnızlık gibi dramatik bir çürümüşlüktür. Batının peşinde koşan bizim gibi toplumlarda da eski pagan alışkanlıkları sürdüren unsurların, batılılaşma ile birlikte toplumun elitleri, rol modelleri haline getirilmesi neticesinde aynı sonuçlara doğru ilerlediği söylenebilir. Buna karşın normal toplumun bu yozlaşmaya direnmek için seçtiği yol, muhafazakâr ve tutucu refleksler olmuştur. Yüz yıldır kendisine dayatılan, özendirilen, teşvik edilen yoz davranışlara direnen toplumun, ahlakını korumak için sessizce sürdürdüğü çabalar, ahlaksız seçkinler için yobazlık, gericilik, faşizm, dincilik, örümcek kafalılık şeklinde aşağılanmıştır.
Toplum kendine geldikçe, öz vatanında parya olmaktan çıktıkça, batılılaşmaya meydan okudukça, kendi değerlerine karşı kırılmaya çalışılan öz güveni yeniden nüksettikçe, batıcı düzenin imtiyazlı ahlaksız kitlelerinin gardı düşmeye devam etmektedir. Bütün toplumun diniyle, diliyle, türküsüyle, kıyafetiyle, yemeğiyle, fıkrasıyla, şivesiyle, velhasıl her şeyiyle bir batılı lejyoner edasıyla yıllardır dalga geçen, her şeyine burnunu sokup yargılayan, küçümseyen, aşağılayan bu yabancılaşmış unsurların, şimdi Müslümanlara mahremiyet, özel hayat, özgürlük dersi vermeye kalkması, en az kendi ahlaksız yaşam tarzları kadar başka bir edepsizlik örneğidir.
Sadece ülkemiz değil artık tüm insanlık, yıllardır evlerini pavyona, gece kulübüne, meyhaneye çeviren dizileri, filmleri utanarak izliyor, çoluk çocuklarının yanında sinkaflı küfürleri matah bir şeymiş gibi seyircisine kusan terbiyesiz şovmenlerine gülmeye zorlanıyor, sokakta, meydanda, okulda, evinin önünde her gün onun bunun vücudunu seyretmek zorunda kalıyor, homoseksüelliği zorla dayatıp meşrulaştırmaya çalışan çok yönlü propagandalara maruz kalıyor. Adeta bir Lut kavmi zorbalığı ile tüm insanlığı, pornografik bir yaşama alıştırmaya çalışan bir kampanya yürütülüyor. Bu, insan soyunun teminatı olan aile kurumunu çökertmeye dönük bir şeytani zorbalıktır.
Bütün bu putperest ahlaksızlık faşizmine direnmenin, itiraz etmenin, sadece dini değerleri değil, bizatihi insanlığın haysiyetini koruma çabası olduğu unutulmamalıdır.
Ne pahasına olursa olsun, insanı insan yapan değerlerin nöbetini tutmak, ahlakın insanlaştırıcı kural ve kaidelerini savunmak, kadim değerlerin hayatı yönetmesini sağlamak, aklen de dinen de ahlaken de zorunludur.
Bu ahlaki hassasiyeti olmayanlarla insan kalmak isteyenlerin konuşacak hiçbir şeyi yoktur.
Din, özgürleştirir. Ahlak, özgürleştirir. Müslümanlar, ancak ve sadece İslam’ın bu özgürleştirici ruhuyla insan kalabilir.
Ama özgürlükçü olmayan bir din ve ahlak telakkisi, en az ahlaksızlık kadar İslam ve insan düşmanlığı içerir.