‘Ölü Ordunun Generali’

22 Şubat 2023

Uçurumun kenarındayım Hızır
Bir dilber kalasının burcunda
Muhteşem belaya nazır
Topuklarım boşluğun avucunda
Koca yâr adım çağırır
Kaldım parmaklarımın ucunda
Bir gamzelik rüzgar yetecek
Ha itti beni ha itecek
Uçurumun kenarındayım Hızır
Civan hazır
Divan hazır
Ferman hazır
Kurban hazır
Korku nedir bilmeyen ben
Tir tir titriyorum senden
Nutkum tutuluyor, ürperiyorum
Saniyeler gözlerimde birer can
Her saniyede bir can veriyorum…
Ömer Lütfi Mete

Arnavut yazar İsmail Kadare, “Ölü Ordunun Generali” isimli romanında, II. dünya savaşında Arnavutluk’u işgal eden İtalyan askerlerinin cesetlerini 20 yıl sonra almaya gelen bir İtalyan generalini anlatır. Askerlerinin kemiklerini toplayıp memleketlerine götürecektir. Cepheleri ve savaşın geçtiği mekânları dolaşır tek tek. Elindeki listede bütün ölülerin bilgileri vardır.
Yaşları, boyları, isimleri, doğdukları yerler, aileleri… Her biri başka bir yöredendir, başka hikâyelerin çocuklarıdır. Yüce? bir görev için gelmişlerdir buralara ve o uğurda ölmüşlerdir.. general iki ülke arasındaki anlaşma sonucu üstlenmiştir bu görevi ve elinde izin kağıdı vardır. Ama birçok yörede halkın tepkisi veya yerel görevlilerin direnci ile karşılaşır. Çünkü onlar işgal askerleridir ve şimdi bir özür bile dilemeden gelip her yerde kazı yapmaları zorlarına gitmektedir. Buna rağmen büyük bir sabır ve özveri ile yapar görevini general. Askerlerinden arta kalanları götürecektir ailelerine. Zaten gelmeden yüzlerce anne, baba, eş dayanmıştır kapısına, evladımızı, eşimizi, sevgilimizi getir, hiç değilse ona bir kabir yapalım, demişler, büyük bir vicdani sorumluluk yüklemişlerdir generalin omuzlarına… bu zor görevi yanındaki rahiple birlikte uzun ve yorucu bir araştırmadan sonra yerine getirir general. Ama birçok yerde cesetler karışmıştır birbirine. Bulduğu vücutların bazı uzuvları da eksiktir…bazılarının kafatasını diğerinin iskeletine koyar, birinin elini diğerinin koluna ekler, tamamlayabildiği kadarını birer naylon torbaya toparlayıp ulaştırır İtalya’ya….ölmüş bir ordunun generali, bu görev boyunca çok kızar savaş dönemi komutanlarına, bu cephede yanlış strateji izlemişler der, şu köye girerken erken davranmış komutan, burada mevziiyi uygunsuz bir yere kazdırmış, şurada daha düzenli geri çekilmesi gerekirmiş…general, kendi görevinin savaşmayı bilmeyen eski komutanların beceriksizliklerini kapatmak olduğunun bilincindedir. Ulusunun onurunu kurtarmak için buradadır ve başarısız komutanların kurbanlarını toparlamak, onların savaşından daha zor bir iştir. General daha başka sıkıntılarda yaşar ve sonunda görevini yapmanın huzuruyla ayrılır Arnavutluktan…
İsmail Kadare’nin bu ilginç hikâyesini okuduğum günlerdi.
İlginç tesadüflerle yoğun bir gün yaşamıştım. Bir birinden alakasız, onlarca kişiyle aynı gün içinde arka arkaya ve nedensiz karşılaşmış ve görüşmeler yapmak zorunda kalmıştım.. Eski bir solcu arkadaşımla karşılaşmıştım yolda..ayaküstü lafladık. Ardından uğradığım bir yerde mhpli biriyle pkklı bir misafirin tesadüfen aynı ortamda olmalarına tanık oldum. Uzun bir sohbet geçti aramızda. Sonra hala İslamcı kalmış bir dostla yeni akpli bir başka eski dostun olduğu başka bir görüşmede buldum kendimi. Ardından akrabalarımın kısa bir taziye evi sohbeti içinde
halkımızın gündeminin tam ortasındaydım. Derken bir başka yerde ulusalcı Kemalist ve Alevi meşrep kişilerle tesadüf ettim.
Gündem üzerinden uzunca bir süre konuştuk. Sonra farklı şekillerde Alperen ocaklarından gelen arkadaşlar ve ardından başka dostlar, derken genç sivillere takılan birkaç genç ve en son benim de müdavimi olduğum
duvardibinin kaşar oblomovlarıyla muhabbetler… daha sonra akşam bir toplantıda Fethullah Gülenci bir tanıdıkla karşılaştım, oradan çıkıp eve giderken Balkan göçmeni komşumla kapı önü sohbetten sonra kendimi eve zor atmıştım.
Kimbilir, belki arada unuttuğum birkaç telefon görüşmesi daha vardı. Böyle tuhaf geçen bir günün yorgunluğu üzerimdeyken son sayfalarında olduğum bu roman kahramanı generali hatırladım… Kendimi birden o generalle özdeşleştirdim. Gerçekten Ölü bir ordunun generali gibiydim o gün.. Günün özeti dağınık, parçalı, karma karışık bir şekilde geçiyordu beynimden. Farklı kimlikten, yaştan, cinsiyetten, meşrepten, mezhepten, inançtan, farklı dertlerden, sevinçlerden, farklı işlerden, farklı yerlerden, mekanlardan onlarca sima, yüzlerce cümle, bir çok enstantane, jest,mimik, değişik ses tonları, bakışlar..beynimin perdesinden bir birine karışmış halde dönüp duruyordu. Gün boyu iskelet toplamış gibiydim ve kimin sözü kimin ağzından çıkmış, hangi mimik hangi ortamdaki muhabbetin en aklımda kalan sahnesiymiş, hangi arkadaşın saçı ağarmış, hangisinin yüzüne kan gelmiş, kimin evine kredi kartı borcundan dolayı haciz gelmiş, kim hangi kongredeki listede yer alacakmış… Torbalar dolusu “iskeletle” eve dönmüştüm. Hepsini karma karışık etmiştim.

Ölüler gelmiş çitlembikler sarmaşıklarla
Tırmanmışlar surlarıma burçlarıma
Kimi ırmaklardan yansıma
Kimi kayalardan kırpılma
Kimi öteki dünyadan bir çarpılma
İçi ölümle dolu
Dönen bir huni
Doğarken güneş
Kesilmiş ölü yüzlerden
Bir mozayik minyatürlerden
Dokunur tenimize
Soğuk bir azrail ürpertisiyle ay

En çokta sözleri karıştırıyordum; “Şu Kürtlerin ayrı bir devlet talebinden vazgeçtiklerini söylemeleri yalan aslında,
zamana yaydılar taleplerini. Şimdilik anadilde eğitim dilinin Kürtçe olmasında ısrar edecekler, sonra otonom bir Kürt bölgesi oluşturacaklar, ardından sadece Kürtlere ait bir devlet kuracaklar. Ayda yedi yüz elli lira alıyorum dört yüzü kiraya gidiyor iki çocuk var, babamda aynı şartlarda bizi büyütmüştü. akparti neyi değiştirmiş oluyor anlamıyorum..cihadı unutan Müslüman’a münafık denir. Solun alevi bilinçaltının dışavurumu olmaktan kurtulması lazım. Metrobüse koyun gibi biniyoruz üstelik durakları hep yollardan uzak yerlere yapmışlar. üstgeçitler dururken 500 metre ileriye durak mı olur. Hepimiz Ermeniyiz dedikleri günden beri hepsinden soğudum. Eskiden ciddiye alırdım bu liboş solcuları. Artık Avrupa’nın ve ermeni lobisinin vuvuzelaları olarak görüyorum onları. ‘Hocaefendi’ başından beri aynı çizgide. hiç bir zaman güç sahipleriyle çatışarak bir şeyler yapılabileceğine inanmadı. o yüzden devletle de amerika ve israille de arası iyi. ulan biz buna sağcı yavşaklık diyoruz işte..1938 Kasımının 10 unda saat dokuzu beş geçe bitti bu ülke. Ondan sonra emperyalizme yem oldu. Karşıdevrim İnönü’yle başladı. Türküm demeye utanır olduk arkadaş. böyle giderse Kürtçü olmayan herkes ırkçı sayılacak. Bugünleri de mi görecektik. Nolur ki cemevleri de ibadethane olsa. Aleviler bu toplumun gariban insanları. Hep üzerlerinden kavga edildi ve altta onlar ezildi. Bu ordu ülkesini işgal etmiş bir ordudur. Bunların belini kırmadan gelmez demokrasi memokrasi. Amerikanın Türkiye’yi bölme planı adım adım işliyor. Akepe limanları şirketleri toprakları düşmana satıyor. İkinci bir ulusal kurtuluş savaşının koşulları olgunlaşıyor. Ergenekon zihniyeti hala direniyor. irandaki mollalar gibi her değişim adımına takoz oluyorlar. Taşeronlaştırma yoluyla köleleştiriyorlar. hiç bir hakkı ve seçeneği olmayan örgütsüz işçiler sistemi kuruluyor. Halkın küresel kapitalizmin vahşi düzenine hazırlanması operasyonu bu.  şu müteahitler var ya, memleketi enkaza çevirdiler. hem hiçbir toplumsal artı değer üretmiyorlar. en büyük hırsızlar zenginlerdir. hırsızlık zengin mesleğidir zaten. fakirler ihtiyacını çalar, zenginler çalmak için iş yapar. Hanefi avcı aslında gülen cemaatini yazıyormuş gibi yaptı. Kitabın asıl amacı halkı pkk açılımına hazırlamak. Kürt meselesindeki yeni adımlar için ipuçları var kitapta. İngilizlerin bir kanadı İsrail lobisiyle çatışıyor. emperyalizm direniş cephesi karşısında çaresiz kaldı. Bak Şili’deki madencilerin kurtarılması Ahmedinecat’ın görkemli Lübnan ziyaretine denk getirildi. amerika iranı kıskanıyor çünkü..iş yapamıyoruz artık kardeşim dar karadenizli bir çete var ve dışardan kimseye iş verdirmiyorlar. Her yerde aynı tezgâh kurulmuş. İşçiye gecekondu halkına güvenmeyeceksin arkadaş. bak 12 eylül öncesi solcular gitti yol su kanalizasyon yaptı, ama darbede onları ilk ihbar edenler o halk oldu. Bugün asıl Sünniliğe saldırı var. Alevicilik Kürtçülük medyadaki ahlaksızlık radikal İslamcılık hep Sünni Türk ana damarı yıkmaya dönük uzun vadeli bir plan. Çünkü bu damar yok edilirse bu ülke çöker. mecburen evlenmiştim zaten onunla. hiç sevmemiştim. Çocuk olunca idare ettim yıllarca. Ne yapayım buraya kadarmış..bende biraz yaşamak istiyorum…ilk defa yüreğim kıpır kıpır onu görünce elim ayağım titriyor. aşk her şeyi affeder. Açlık sınırında kaç milyar insan var. Irakta Afganistan’da milyonlarca Müslüman katledildi. Adalet davası sahipsiz kaldı. Yeni bir hareketin buradan çıkış yapması lazım. Salla gitsin dünyayı. herşey boş. Hiç bir şeyi ciddiye almamak lazım. Ulan bu devletin bütün gücüde Kürtlere yetiyor..Amerikaya israile göstermediği kinini kürde gösteriyor. Müslümanlar ikiyüzlü. hani kendin için istediğini kardeşin içinde isteyecektin. Anadilde eğitimi Bulgaristan’da Almanya’da istiyorsun Kürt olunca sus pus oluyorsun. Arkadaş ben anlamam 25 devlet kopmuş bizden artık bir milim toprak kopartamazlar. Gitsin Erbil’de yaşasınlar. İstanbul’u da terk etsinler. Burası Türk yurdu. Hem çocuklarımız tercüman vasıtasıyla mı konuşacak. Hastaneye gittim doktor şöyle bi bakıp ilaç yazdı. Yahu bir söylesene hastalığın şundan olmuş şöyle yap böyle yap. Suratsız herif. Hepsi tüccar olmuş bu doktorların. Bütün sorun devlette. milleti ulus’a dönüştürmeye kalktı. yüzüne gözüne bulaştırdı. savaştan, yangından çıkmış bir milleti beğenmeyip yeni bir halk, yeni bir ulus yaratma nedir yav? al sana kürt sorunu.. Ermeni lobisi İran desteğiyle Avrupa ve ABD’den kaşıyor bu Kürt işini.  asıl Rusya kışkırtıyor bence. PKK Rus subaylar nezaretinde Şam’da kuruldu. İran’da hep destekledi. Bak pkk ya en çok Kürt öldürdü, kürde zarar verdi ve Kürtleri hem Türklerin hem Arapların hem İranlıların karşısına kurban ve hedef olarak ortaya çıkardı.. Aslında ermeniler, 1915 in intikamını Kürtlerden de alıyorlar. Tayyib olduğu sürece sağdan hiçbir liderin şansı yok..Devlet içindeki milli damar ABD’ye rest çekti. Türkiye’yi küresel bir güç yapmak için start verildi. Bundan sonra süper bir gücün vatandaşları olarak yaşamaya alışalım. bu gecekondu devletine derin manalar yüklüyon ya, allah akıl fikir versin..nato veya rus uçakları memleketi bombalamasın diye, öyle idare edip gidiyoruz, boş hamasetle kendimize gaz vermenin alemi yok. milli bi damar varsa sadece bunu sağlasın yeter. kaybetmiş bir medeniyetin varlık ve bekası, sonumuz endülüsün sonu gibi olmasın demektir. Geçenlerde 22 yıl hapis yattıktan sonra çıkan solcu arkadaşı tekrar tutuklamışlardı. Dün kendini yakmış cezaevinde. Tam 4 saat yanmış. Bütün vücudu erimiş…Paris’te Ahmet kaya’nın mezarını ziyaret ettim fatiha okudum. Hemen arkada Yılmaz Güney’in de mezarı vardı. Nedense ayağım gitmedi. Sanki bizden biri değildi o. CHP de MHP de yeni Türkiye de olmamalı. Siyaset yeni aktörlerle ve liderlerle şekillenmeli.  Tayyip sonrası en güçlü aday kim olacak acaba. memleketi karadeniz-gürcü lobisi teslim aldı. çerkezler de her zamanki gibi güçlüden yana. anadolu son sığınaktı, şurada yeniden huzurla yaşamaya çalışıyoruz ama herkes hala kendi etnosunun, aşiretinin, mezhebinin davasının peşinde. bazıları da menfaatini bu kimlikleriyle perdeliyor. milletleşme sürecini tamamlayamadık bu yüzden. Balkan göçmenleri olarak blok halinde hayır verdik referandumda. Çünkü AKP vatanı satıyor. Kürtlere taviz veriyor. iyi de siz buraya dün geldiniz. kürtlük türklük size mi kaldı. akp yi bile anlayamayacak kadar yabancısınız bu topraklara. hemşeri gördüğünüz atatürkünüzü bile kendinizi yerlileştirmek için kalkan yapmışsınız. bazılarınızın türklüğü de müslümanız dememenin maskesi gibi.. sayenizde gerçek türk mağdur ve mahkum, türküm diyen mağrur ve hakim. güzel tezgah. ..bence artık az bi susun. biz olmasak cumhuriyet kurulmazdı. ama siz daha gelmeden anadolu halkı kurmuştu cumhuriyeti. üzerine konup ev sahibi gibi davranıyorsunuz, pes yani. Kurtlar vadisi bu hafta füze kalkanı projesinin arka planını anlattı. Adamlar iyi takip ediyor gündemi. devlet bir türlü herkesin devleti olamadı, bu yüzden herkes devleti ele geçirmeye çalışıyor, ele geçirip ötekine hükmetmek istiyor. ama bu lanet çabayı kemalistler başlattı. ilk günah, hala devam ediyor. Fetulla gülene ayar çekilmezse bunlar Kemalistleri aratır valla. Aynı dar görüşlülük bunlarda da var. Kendilerinden başka kimseyi adam saymıyorlar. Ama halk bunlara da dersini verecek.”…

Kafam karmakarışıktı. görünmez bir mezarlıktır zaman. şairler saf saf dolaşır tenhalarında. Gayrı ihtiyari bir kolaj yapıyordu beynim. İslamcı arkadaşın gövdesine Alevi tanıdığın başı eklenmişti. Solcu dostumun yüzü aynıydı ama Fethullahçı olan arkadaşın sesiyle konuşuyordu. Rastladığım Pkk lının çay içişi duvardibinden bir arkadaşınki gibiydi. Halaoğlunun sözlerini yolda rastladığım göçmen komşu söylüyordu. Ülkücü arkadaşın konuşurken ellerini sallayışı siyasete yeni ısınan arkadaşınki gibiydi. Hepsi birer iskelet gibiydi. Ve ben bütün iskeletleri birbirine karıştırmıştım.

Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı;
Gece kar yağacak sabaha kadar.
Toprakta et, kemik çıtırtıları…
Yarı ölüleri bir korku tutar
Değince bir taşa kafatasları.
-Ölüler ki yalnız tırnakları var,
Ve yalnız burkulmuş diz kapakları…-

Televizyonun uzaktan sesi geliyordu, taksimde bomba patlamış, Karayılan artık sivillere saldırmayacağız demiş, batı
bölgelerinde havalar ısınacakmış. Doğuya kar yağmış. Resepsiyon krizi sürüyormuş. Beynime müthiş bir tazyik vardı.
Her şey darmadağınık bir halde uçuşup duruyordu. bütün sözler uçuşan toz zerreleri gibi, hem bomboş hem anlamsız hem gerçekti. Oğlum arkadan bağırdı; baba piespi ne zaman alcan? piespi de nedir olm?. ya baba ya feysbuku zor örettim şimdi piespi dersi mi vercem sana… gün içinde geçen Kelimeler uçuşmaya başladı kafamda…kimlik..halk..türklük.. kürt kimliği.. cumhuriyet.. İslam.. arap dünyasına liderlik.. alevi.. ordu.. atatürk…amerika.. israil.. kapitalizm. vatan.. şehit.. açlık.. anadilde eğitim.. cemevi..yoksulluk.. cemaat.. özgürlük.. mahalle baskısı.. demokrasi.. avrupa…rusya…iran…nazlı ılıcak.. taraf gazetesi.. eyüp can.. koç grubu.. fehmi koru.. aydın doğan..alaadin çakıcı..suzan sabancı..veli küçük.. memet ağar.. rasim ozan Kütahyalı.. selahattin demirtaş.. fatih Altaylı.. ertuğrul özkök.. yaprak dökümü.. kavak yelleri.. fatmagülün suçu ne.. önder sav.. Erbakan.. kılıçdaroğlu.. fethulleh gülen..nato..özel harp..abdullah öcalan..dursun karataş..abdullah çatlı.. tayip erdoğan..bülent arın…abdullah gül..okan bayülgen..beren saat..tuba büyüküstün.. kenan imirzalıoğlu.. nihat hatipoğlu.. cüppeli Ahmet.. berhan şimşek.. Devlet bahçeli.. Oktay Vural.. egemen bağış.. abdurrahman yalçınkaya… Zehirlenmiş, küçülmüş, absürd bir ülkenin çöplüğü dökülmüş gibiydi üzerime…kızım sesleniyor ordan “baba bizde Niyazi Berkes’in Türkiye’de çağdaşlaşma kitabı var mı, hoca sınavda ordan soracakmış”. “Var kızım Türkiye’de putperestliğin her çeşidi var”… Eşim giriyor araya, “yarın Fatmayı hastaneye götüreceğiz unutma”..Fatma kardeşi eşimin. Sanırım 20 yıl oldu. Şizofreni hastası. Doktor tavsiyesiyle 6 ayda bir Bakırköy’e. bazen bir ay bazen daha fazla yatırıyoruz. 1991’de Mimar Sinan matematik bölümünden atılmıştı başörtüsünden dolayı. Sınıfta tek örtülü kızmış.  Hocası azarlamış herkesin içinde bir gün ve kovmuş. O günden sonra bozuldu dengesi, polis peşimde demeye başlamıştı.takip ediliyorum diyordu sürekli..böyle başladı hastalığı. Tam 20 yıldır ilaçla tedaviyle yarı ölü gibi yaşıyor..Neredeyse sadece çay ve sigara ile ayakta duruyor.. En son 48 kiloya düşmüştü..2 defa intihara teşebbüs etti. yatarken bile çıkarmıyor başörtüsünü. İlk defa bu yıl bir kıpırdama geldi. Tekrar üniversite sınavına girdi. Açıköğretimi kazandı.20 yıl sonra ilk defa güldü.; “dişlerin iyice çürümüş Fatma” dedim. 20 yıl sonra ilk defa görüyordum çünkü dişlerini. Gülmek bir yana hemen hiç konuşmuyordu. Cevap olarak; “Kılıçdaroğlunu hazırlıyorlar” demişti. Böyle tuhaf bir gündemi vardı hep..haberlerde ne duysa, kendisi için ve kendisine söylendiğini düşünüyor, ilginç yorumlar yapıyordu. bir keresinde allahı gördüğünü iddia etmişti. kısa boylu bıyıklı yaşlıca biriymiş..

yurdum, kehribar renkli toprağım, taşram

benim ağustos sıcağında üşüyen tarafım

hüzünlü bir tebessümden başka ne verdin bana

Bakışları hala manasız ve soğuktu. Olsun çok sevinmiştik konuşmaya başlamasına. Belki bir umut..yeniden katılır aramıza. hangi aramıza? Geçenlerde ona “bak güzel kardeşim, yasak kalkıyor artık..sadece senin yüzünden, sadece ve sadece seni bu hale düşürenlere olan kinime kalsa yakarım bu devleti içindeki herkesle birlikte..üzerine de başındaki örtüyü çıkartıp atarım. birlikte yansınlar..hepsine de her şeye de lanet olsun”, demiştim, yüzüme bile bakmamıştı. yüzü zaten çoktan sönmüş bir yanardağ ağzı gibiydi. hiç bir ifade yoktu.

Nasıl vardı elleriniz
Nasıl kanattınız o domur domur
Mayıs göğünü
Nerelere gizlediniz dal uçlarını
Mevsimleri n’ettiniz
Yeşili kırmızıyı
Zambak morunu
Yavru kuşun sabah sıcaklığını
Nerelere kitlediniz akşam yelini
Karanlıklar ey karanlıklar
Nasıl oturdunuz bu ellerle sofraya
Ekmeği nasıl böldünüz

Farkında olmadan sigara paketini bitirmişim. Bu bahane ile kendimi dışarı attım. Müthiş bir yağmur. Kafamı toparlamaya çalışıyorum bu arada. Yağmur beynimin kuyusuna akıyor adeta, suyun doluştuğu çukurda toparlamaya başladım iskeletleri. Solcu kafayı kendi gövdesine yerleştirdim. İslamcının sesini kendi ağzına. Pkklı kendisi olarak çay içmeye başladı. mhpli kendi ellerine kavuştu. kemalistin gözleri kendi yüzüne yerleşti. Kelimeleri yerleştirmeye başladım sonra..cümleleri. bu arada her birinin de kendi ölü ordularının generalleri olduğunu düşünmeye başlamıştım. Herkesin geçmişte yaşanmış haklı-haksız bir savaşı vardı ve hepsi de ömürlerinin geri kalan kısmını bu savaşta kaybettiklerinin cesetlerini toplamakla geçiriyordu. Baktım hepsi de iskeletleri yarım, eksik, parçalanmış bir halde toplamıştı. Ve hepsi de bununla övünmeyi dava edinmiş birer ölü ordunun generaliydi.

Sonra gerçek orduyu ve gerçek generallerini düşündüm. Onlar sahiden ölüydü. Bir ölünün başında çaresizce ama imanlı bir azimle 90 yıldır nöbet tutuyorlardı bıkmadan… Sonra devleti düşündüm. Aslında bu devlet, ya da müesses düzen, her neyse, bir ölü ordu generaliydi. Evet ta kendisiydi. Birinci dünya savaşının cesetlerini toplamış, toparlayabildiği kadarından bir cumhuriyet iskeleti yapmıştı. Eksikti, yarımdı, parçalıydı. Bütün kemiklerden bir türlü tek bir düzgün adam çıkmıyordu. Hiçbir organ olması gereken yerde değildi. Hiçbir iskelet sahibine teslim edilemiyordu. Bu yüzden ölü ordunun generali olarak devlet, ya bununla yetinin diye azarlıyordu ana babaları ya teslim etmiyordu ölülerini bazılarına veya belki yeni kemik parçaları daha bulurum diye bazı ailelerden çocuklarının iskeletlerini saklıyordu… bu yüzden yas tutmamıştı babalarımız. Alamadıkları cesetleri beklemişlerdi ömür boyu. Dedelerinin savaşından bihaberdi torunlar. Ama kaybedilmiş bir mirasın eksik, yarım, parçalı davasını güdüyorlardı. Osmanlı iskeletinden herkes kendine bir parça tutuyordu. Adalet diyordu kimi, Ermeni Rum diyordu diğeri, din, İslam, ahlak diyordu çoğu, çağdaşlaşma, bağımsızlık, onur haysiyet, tek millet tek devlet diyordu bazıları. Kürdistan diyordu bir kısmı da atatürk diyordu tam ve kamil iskelet bu işte..hepsini toplayınca tek ve anlamlı bir isim vücuda geliyordu, Osmanlı oluyordu , ayrı ayrı ise her biri cansız bir iskeletin manasız ve çirkin birer parçası gibiydi. Üstelik bir birlerine karşı kin ve husumet duyan parçalar. Kimse yerini beğenmiyor, hepsi de ötekini kendi varlığına bir tehdit olarak görüyordu. Varlık ve beka tehdidinden herkese eksik, yarım, parçalı birer korku düşmüştü. Türklük, Kürtlük, din, laiklik, cumhuriyet, Alevilik, bağımsızlık, vatan… tehlikedeydi, bu değerler tüketilmeye çalışılıyordu, yok edilmek isteniyordu, inkâr ve imha siyaseti, asimilasyon, taviz, aymazlık, şuursuzluk, ihanet, satılmışlık, uşaklık… suçlamaları diz boyuydu. Herkes kendi parçalı varlığıyla özdeşleştirdiği birer put yapmış ve hiç sorgulamaksızın azgın bir şehvetle ona tapıyordu..

  seni de seviyorum, ipimi çeken cellat 

  biliyorum ekmeğin var boynumdaki ilmikte

Hiç bir davası olmayan bile ya mal biriktirmeye çalışıyordu ya eğitimli bir çocuk yetiştirme telaşındaydı .Adeta topluca geçmişteki korkulardan gelecek endişesi türetilmişti ve bu endişe toplumun her bir bireyine paylaşılmış gibiydi…Bir ölüler ordusunun dağılmış iskelet parçalarıydık her birimiz. ve kimse birbirini sevmiyordu. güvenmiyordu. hiç kimse kendini sevmiyordu. beğenmiyordu. Hep başkası olmaya çalışıyor, başkalaşanlara da kızıyor veya öykünüyordu. Putlarımızı, ihtiraslarımızı, kinlerimizi, korkularımızı hiç bozmadan düzenlice toparlayıp ortak yurdumuza geri götürecek inanmış bir general arıyorduk sanki..yası tutulmamış ölü bir tarihin mezarlığında kendi ölülerinin iskeletlerini sırtlayıp dolaşan hayaletler gibiydik..

  yaralı bir tayyareden 

bir ölü kollarını uzatmış 

 yerdeki ölüleri öpüyor

Fatma geldi aklıma yine..Yağmuru unutmuşum. Meğer kapı önünde öylece duruyormuşum kaç zamandır..

Hayatla doldurur bu boş yelkeni
O masum bakışlar su kenarında”

Cezaevinde kendini yakan solcu geldi aklıma,

“Biri saksımızı çiğneyip gitti
Biri duvarları yıktı Camları kırdı
Fırtına gelip aramıza serildi
Biri milyon kere çoğaltıp hüzünleri Her şeyi kötüledi
Biri hiç yoktan vurdu kafeste kuşumuzu
Ciğerim yanıyor, yüreğim kanıyor.”

Ve Ayda yediyüzelli lira alıp dörtyüz lira kira vererek kalan 350 liraya iki çocuğuyla yaşamaya çalışan o arkadaş geldi
aklıma..

Tutun ve yüzleştirin hayatları
biri kör batakların çırpınışında kutsal
biri serkeş ama oldukça da haklı
Ölümler
ölümlere ulanmakta ustadır
hayatsa bir başka hayata karşı

Biri yaşayan ölüydü. Biri öldürmüştü kendini, biri ölemeden yaşamaya çalışıyordu. Birer iskelet canlandı gözümde. Geçtiğimiz yıllarda intihar eden bir anne geldi aklıma. İki küçük kızını beline bağlayıp atmıştı kendini denize. Bu dünyaya büyümesin istemişti çocukları. Pakistanlı yoksul bir baba geldi. Fare zehiriyle üç çocuğunu ve kendini öldürmüştü. Son anda yetişen annelerine de uzatmıştı bardağı, “al iç, gidelim buradan biz çektik çocuklar
çekmesin”, demişti…

peşpeşe kaç gece yıllarca
acıyan, yumuşak yerlerime yaslanıp uçardım
bilmezdim neden bazı saatler
alaturka vakitlere ayarlı

Suriyeli, Iraklı dul kadınlar geldi aklıma, Ürdün, Beyrut, Dubai pavyonlarına satılmışlardı ve körfez zengini Araplar eğleniyorlardı petrodolarlarıyla oralarda. Çinli çocuklar geldi aklıma sokaklara terk edilmiş, Latin Amerikalı küçücük kızlar geldi estetik yaptırarak güzellik yarışmasında dereceye girmek isteyen, Darfurlu bir çocuğun kara gözlerinin içinden yoksul Afrikalıların bakışları geldi aklıma…Mozambikli anneler geldi, küçük kızları tecavüze uğramasın diye saçlarını kazıtıp, göğüslerini dağlayarak erkeğe benzeten anneler…çocuklar, anneler..çocuklar..anneler..yalnız onlar tutacaklar bu dünyada yerimi…

biliyorum kolay anlaşılmayacak
kanatları kara fücur çiçekleri açmış olan dünyanın
yanık yağda boğulan yapıların arasında
delirmek hakkını elde bulundurmak

Birden herkese ve her şeye karşı kin duymaya başladım.
Hepsini yok etmek geldi içimden. Ülkücü solcu İslamcı Kemalist liberal Türkçü kürtçü alevici akpli chpli spli ergenekoncu fetullahçı bürokrat teknokrat iş adamı öğretmen öğrenci genç yaşlı kadın erkek zengin yoksul …herkesi toplayıp bir meydana yakmak geldi içimden. Bütün devletleri bütün bankaları şirketleri bütün dinleri bütün peygamberleri bütün filozofları bütün kitapları şiirleri kelimeleri bütün mevsimleri bütün canlıları ağaçları kuşları böcekleri yıldızları ayı ve güneşi..en son da tanrıyı yok etmek istedim bir an.hiç birinin iskeletini bile toplamayacaktım üstelik…
Her şeyi yakıp karşısına geçerek bir sigara içecek sonra kendimi de o ateşe atacaktım.
Hala kapı önündeydim ve yağmur üzerime kurşun gibi yağıyordu.

Müptelayı dert olanda bir tabib buldun mu sen
Daima ağlar gezersin hiç gülen oldun mu sen
Vaktin eflatun olsa da kıymetin bir akçadır
Ey deli divane gönlüm haddini bildin mi sen 

Yukarı doğru baktım gayrı ihtiyari. “senin kalbinden sürgün oldum ilkin. bütün sürgünlüklerim bu sürgünün bir süreği…”
Deli yağmur adeta beni tokatlıyordu. Sırılsıklam olmuş orada kapı eşiğinde öylece bekliyordum.

Bir yağmur bilirim bir de kaldırım
Biri damla damla alnıma düşer
Diğerinde durup göğe bakarım
Ne şehir ne deniz kokan gemiler
Bir yağmur bilirim bir de kaldırım”

Sükut….Sadece yağmur sesi..iki sonsuzluk arasına sıkışmış bir varlık gibi hissettim kendimi. Bitmeyecek bir yeni doğuşlar zinciri içinde dönüp duruyormuşum gibi geldi her şey. Samsara gibi..daha öncede yaşamıştım bu duyguyu .daha öncede yaşamıştı bir çok insan…evet daha önce yaşanmıştı bütün olanlar…herşey zaten olup bitmişti.
Suyun içinde sönmüş ateşin ruhu var demişti biri…’ateşin ölümü havanın doğumu, havanın ölümü suyun doğumudur‘ demişti başkası.. yağmura ilk defa baktım. Yağmuru gördüm. Her bir damlayı dikkatlice süzdüm. İçindeki ateşi aradım. Cennetin parıltısı mı yoksa cehennemin alevimiydi bu ateş. O ruhu görmek istiyordum. “iri buğday tanelerinin trenleri nasıl yürüttüğünü” öğrenmek istiyordum..

Nedense aldanmış bir gece annem
Bir kadın gömleği giydirmiş bana
İşte vuramadı gökler bana gem
Dinmedi içimde kopan fırtına
Nedense aldanmış ilk gece annem

Ve İlk kan. İlk cinayet geldi aklıma. Bir öykü okumuştum. Habil’le kabil yıllar sonra karşılaşmışlar. Kabil, Habil’i
görünce hemen koşup ayaklarına kapanmış..”affet beni” demiş.. Habil umarsızca “Sen mi beni öldürmüştün yoksa ben mi seni, anımsamıyorum” demiş..kabil doğrulmuş..”sen zaten affetmişsin. Çünkü unutmak affetmektir” demiş. Habil cevaplamış; “doğru pişmanlıklar sürdükçe suçta sürer…”
Herkesi ve her şeyi öldürme arzumdan Allah’a sığındım..
ve bir an için her şeyi unuttum. Bir araba geçti sokaktan. Sarı far ışığı gözümü kamaştırdı.

Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı;
Bakıyor ateşe, küle böcekler.
Köpekler parçalar kanaryaları,
Mektupları bir boz ağaç kurdu yer.
Baykuşlar ötüyor harabelerde;
Yanıyor lâmbalar, hafif ve sarı.
Bir kaza kurşunu bulur her yerde
Süvarisiz şaha kalkan atları…

Yağmurun üzerimdekileri yavaşça erittiğini fark ettim.
Önce elbiselerim eridi. Tenime vuruyordu vahşi damlalar. Sonra derim, ardından etim hızla çürüdü. Suya karışıp sokak aşağı hızla akıyordu vücudum.

Biri çıkmış gibi boş bir mezardan
Ortalıkta ölüm sessizliği var
Bana ne geldiyse geldi yukardan
Bana ne yaptıysa yaptı bulutlar
Biri çıkmış gibi boş bir mezardan

Bir kemikten iskelet gibi kalakalmıştım. Müthiş bir üşüme duygusu hissettim. Sonra hiçbir şey duyumsamamaya başladım. Kemiklerim birer birer kırılıp dökülmeye başladı. Ellerim, dizlerim, ayaklarım, sonra omurgam parçalandı. Bana ait her şey yerdeydi. Çılgınca yağan yağmur bazı parçalarımı alıp götürdü.

 eksilen bir şeyler vardı bazı yerlerimde 

kendime kelimeler ekleyip artırdıkça 

yitip gidiyorum dökülen esvaplarımın içinde

O ağlamaklı yüreğimi göremiyordu kimse

Artık ben de eksik, yarım ve parçalı bir iskelet kalıntısıydım. Kendime yakıştırdığım bütün rütbelerim sökülmüş, ölüler ordusunda sıradan bir nefer olmuştum.

Bugün yalnız yağmura tahammül edeceğim;
Ta boğazıma kadar çıkan deli yağmura.
Tüyüme horozdan çok itimat edeceğim,
İtimat edeceğim şu belalı yağmura.
Ruhuma bayrak yapıp ben teslim edeceğim
Asılmış bir adamın iki eli yağmura.
Bugün yalnız yağmura tahammül edeceğim.

Ruhum önce yükseldi göğe doğru. Ben aşağıya bakıyordum..
Baktığım her noktada adeta bir ateş yalımı karanlığı aydınlatıyor, gündüz gibi görünüyordu her şey. kendi zaman tünelimde dolaşıyor gibiydim. Akif’i gördüm önce. Bir camide vaaz veriyordu, yanında Libyalı şeyh Sunusi vardı. Cihat ayetleri yankılanıyordu kubbede. İlerde Kuşçubaşı Eşref silah yüklüyordu bir katıra. Zenci Musa Karaköy’de hamal kılığında eski bir takaya bir şeyler boşaltıyordu. Sonra Enver’i gördüm, Pamir dağlarında bir ağacın altında oturmuş Kur’an okuyordu. Süleyman Askeri Kutul Amare’de çadırında planlar çiziyordu. Ömer Naci Erzurum’da taş bir binanın salonunda Taşnak partisi üyelerine yalvarıyordu, “etmeyin bozmayın ahdinizi”…Biraz ötede Sultan Hamit önünde satranç tahtası tek başına düşünüyordu. İşte Namık kemal, Magosa zindanındaydı ve Islahat fermanına karşı “ben gavura taviz veren bu devletten soğudum” diyerek ayaklanan Süleymaniyeli şeyh Ahmet’le bir şeyler konuşuyordu. Şurası galiba Sarayburnu’ydu. deniz kıpkırmızıydı. Yüzlerce yeniçeri cesedi parçalanmış bir halde kıyıda yüzüyordu. İlerde Kuyucu Murat Paşa’nın bağırtısını duydum, “sağ komayın hiç birini, vurun Allah içün…” yerler çoluk çocuk kadın yaşlı cesetleriyle doluydu, bir kısmının başında kızıl bir başlık vardı. Sağımda surlar vardı. Toplar dövüyordu Bizans’ın yaşlanmış duvarlarını. Sultan Mehmet sürekli emir yağdırıyordu askerlerine. Rum Sırp Ulah Kürt Arap Ermeni askerler de dikkatimi çekti fetih ordusunun arasında..Soluma döndüm. Bir kafes içinde Yıldırım Beyazıt’ı gördüm.Başı öne eğik, sanki ağlıyordu. esaretinden çok kardeşi Yakub’a yaptığına ağlıyor gibiydi. Sivas semalarından geçerken yerle bir edilmiş bir şehirle karşılaştım. Timur yok etmişti her şeyi. Aşağıya Bağdat’a indiğimde Moğollardan arta kalan insan kafataslarından yapılmış dev piramitler vardı.

kötürüm bir yel eser ıraklardan 

çağlar alınyazımı tartışır 

karanlığı tırmalar karanlık bilgeler

evren bir savaş alanıdır

aşkı eline dolayan bir dize yürür üstüme

 bir kent mecnunu  keser yollarımı

leyla’yı sorar 

leyla bir özge can mıdır, can içinde can mıdır?

Birden daha aşağıya doğru döndüm. Kudüs önündeydim. Selahaddin su istemişti ve ona su arıyordum. baktım, Malazgirt ovasındayım. İki ordu karşı karşıyaydı. Türkler Kürtler Ermeniler Rumlar bir safta, Bizanslı Türkler Kürtler Rumlar ermeniler karşı saftaydı..Tuhaf bir manzaraydı. Orduların birinin başında Alp aslan vardı. Kartal gibi bakıyordu. Arkasındakiler sanki farklı ırk ve dinlerden değil de yoksullardan sahipsizlerden mazlumlardan oluşan ve hepsinin gözlerinde mağrur ve cesur bir ifade olan tek bir milletten oluşan bir haysiyet ordusuydu. Karşılarında da tek bir ırk yoktu, tüylü parlak koşumlu atların üstünde zırhlı zengin şımarık bir topluluk vardı. Hepsi paralı askerdi… Alp aslan sürerken bu Bizans soyluların üzerine atını, rüzgâr beni tekrar aşağılara doğru savurdu. Kerbela’daydım bu defa. Hüseyin’in kesik başı gözüme ilişti. Yerlerde cesetler. Zeynep’i aradım. Zincirlere bağlanmış sürükleniyordu. Bakışları dikkatimi çekti. Aldım o bakışları avuçlarıma, Mekke’ye yöneldim. ali, peygamberi yıkarken, buruşmuştu dünya. Eski toprak bir eve girdim izinsiz. Peygamber oturuyordu bir minderin üzerinde düşünceli, sanırım Ebubekir ömer  ali ve ebuzer vardı yanında. Önce avucumu açıp içindeki Zeynebin bakışını yüzüne doğru usulce üfledim. O an karanlık göz çukurlarıma birikmiş yaşlar kelimelerle birlikte boşaldı. yalnız hüznü vardır kalbi olanın.. Dedim “Ey sevgili elçi, sana geldim, çünkü O bizimle konuşmuyor artık. Ne suç işledik bilmiyorum. Bizi unutmuş olmasından veya cezalandırdığından korkuyorum. Sana geldim. Sen ulaştır kelimelerimi ona. Bize elçi ol. Deki ona, Ey rabbim, şu iblise ve çocuklarına ve ona uyanlara mühlet vermiştin. Binyıllardır zulmediyorlar insanlara. Bir birimize düşürüyorlar. Altınla makamla şehvetle neseple yalanlarla yoldan çıkarıyorlar kardeşlerimizi. Biz ise tek bir Adem olma adına direniyor, çırpınıyor, boğuşuyor duruyoruz ..her dakika henüz ölmüş gibi ebuzer, kimsesizsindir. Ama başa dönüyoruz biteviye. Hep yeniliyoruz. Elimiz kolumuz bağlı üstelik. Çünkü onlar gibi zulmedemiyoruz, çalamıyoruz, öldüremiyoruz, yalan söyleyemiyoruz. Ne sonuna kadar savaşabiliyoruz ne de yaşayabiliyoruz insan gibi. Ömrümüz ya iskelet toplamakla geçiyor ya da birilerinin bizim kemiklerimizi toplamasını beklemekle..“Ruhumuzun içine kar yağıyor, anamızdan doğduğumuz geceden beri .”. De ki ona, Ey kalbinde merhamet adlı bir çınar olan rabbim, biz bu oyundan yorulduk artık. Kaldıramıyor ruhlarımız bu soylu acının sevabını…Ya bizi intikamına memur et ve iblise verdiğin gibi bize de mühlet ver, ya da …bizi de kov artık makamından. İstemiyoruz ne cennet ne cehennem. Yok et ruhumuzu da. Hiç var olmamış say. Levh-i mahfuzdan da sil adımızı !
“Var olmayı da yok olmayı da hak etmelisiniz” dedi sessizce sevgili Peygamber, sonra kulağıma eğildi ve fısıldadı; “Velbasubadelmevt…”
Bir şiir geldi aklıma o an, zaman durmuştu;
Sızıyı gideren su, suyun sızladığını kimseler bilmez

*(Şiirler; Attila İlhan,  Ömer lütfü mete, Sezai karakoç, İsmet özel, metin mengüşoğlu, Yusuf hayaloğlu, kızılırmak, aşık şemi,Cahit ırgat, ilhami çiçek)

(İlk yayın: Haber10.com, 2013)

Ahmet Özcan

Ahmet Özcan:

Nüfus kaydı ismi Seyfettin Mut. İ.Ü. iletişim fakültesi mezunu (1984-1993); yayıncılık, editörlük yapımcılık ve yazarlık yaptı. Yarın yayınları ve haber10.com haber sitesinin kurucusu.
Ahmet Özcan, yazarın müstear ismidir.

-Yer aldığı Dergiler:

İmza (1988), Yeryüzü, (1989-1992), Değişim (1992-1999), haftaya bakış (1993-1999), Ülke (1999-2001), Türkiye ve dünyada Yarın (2002-2006)

Yayımlanmış Kitaplar:

-Yeni bir cumhuriyet için-
-Derin devlet ve muhalefet geleneği-
-Sessizlik senfonisi-
-Şeb-i Yelda-
-Yeniden düşünmek-
-Teolojinin jeopolitiği-
-Osmanlının Ortadoğu’dan çekilişi-
-Açık mektuplar-
-Davası olmayan adam değildir-
-İman ve İslam-
-Yenilmiş asilere çiçek verelim-
-Tevhid adalet özgürlük-
-Devlet millet siyaset

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Bakmadan Geçme

Yahudilik Nedir? Ne değildir?

İsrail’in Gazze saldırısı, İsrail, siyonizm, Filistin, Kudüs, ABD, Avrupa, İngiltere,

’15 TEMMUZ RUHU, ALLAH, VATAN VE ÖZGÜRLÜKTÜR’

15 Temmuz'da insanlık adına bunlara çok büyük bir darbe vurduk.

Yeniden İhya için yeniden İman

Binbir türlü açlık, yoksulluk, yolsuzluk, zulüm, ilkellik, gerilik, ahlaksızlık, sapıklık,