Kavram Tashiki: İslam Ekonomisi

12 Şubat 2025

İslam ekonomisi terimi son yüzyılın ürünüdür. Özellikle soğuk savaş döneminde batı ve Sovyet kamplarının dışında durmaya çalışan bağlantısız ülkelerin arayışına benzer bir şekilde kapitalist ve sosyalist kalkınma modelleri dışında üçüncü bir model olarak öne sürülmüştür. Muhteva itibariyle tamamen üçüncü dünyacı orta yolculuğu ifade eden, dışa kapalı ve idealist kalkınma çabalarını yansıtan ve esasen kapitalizmin ve modern ekonominin temellerini kavramaktan yoksun bir zihni performansın ürünü olan İslam ekonomisi teorileri, hiçbir yerde uygulanma şansı bulamamıştır. Çünkü İslam ekonomisi diye bir şey yoktur.

Modern kapitalizmin devlet eliyle uygulanmasını ifade eden sosyalist modelin varlığından güç alarak, kapitalizme alternatif bir ekonomik model üretmeye çalışan ve sözde sosyalist alternatiften tek fark olarak, bazı ahlaki kaideleri alışveriş ilişkilerine uyarlayan İslam ekonomistlerinin bu şizofrenik çabaları, doğal olarak sosyalist modelin iflasıyla birlikte gündemden kalkmıştır.

Özellikle II. Dünya savaşı sonrası dünyada gelişen sosyalist akımların islam ülkelerinde de etkili olması karşısında en azında okur yazar kesimleri İslam’ın içinde tutma ve materyalist-pozitivist-batıcı akımlara karşı koruma güdüsüyle gelişen bir tür İslam sosyalizmi arayışları olmuştur. Mısır’da Seyyid Kutup’un İslamda sosyal adalet, Suriye’de Mustafa Sıbai’nin İslam sosyalizmi, Irak’ta Muhammed Bakır El Sadr’ın İslam ekonomi doktrini gibi kitaplar, İran’da Ali Şeriati’nin İslamın sol yorumunu içerek coşkulu yazı ve konferansları, Cezayir’de Ahmed Bin Bella, Malik bin Nebi, Türkiye’de Nurettin Topçu gibi yazarların, Sosyalizmin maksatlarının İslamın özünde zaten var olduğuna dair eserleri ve çabaları, bu amaca matuftur.

Buna karşın özellikle Anglo-Sakson-Yahudi cephenin İslamla kapitalizmi entegre edici çabaları da söz konusudur. Suud kaynaklı İslami bankacılık deneyimi, yine çeşitli Türkiye’de Milli Görüş gibi karma ekonomi modeli öneren milli kalkınmacı projeler, ayrıca 1980’lerde gündeme getirilen İslam ve Protestanlık benzerliği iddialı çeşitli teoriler de gündem olmuştur.

Bütün bu soğuk savaş tartışmaları boyunca ortaya atılan İslam ekonomisi iddiaları, tamamen konjonktürel fikirlerdir ve nitekim soğuk savaş sonrası neredeyse tümü unutuluşa terk edilmiştir.

İslam’ın diğer alanlarda olduğu gibi ekonomi konusunda da özgün bir model önerisi yoktur. Ancak adaletin, paylaşmanın ve eşitliğin gerçekleşmesini hedefleyen ahlaki öğütleri vardır. Daha genelde ise İslam, insanın özgürlüğünü yok edici her türden sömürücü ilişkiyi eleştiren bir perspektif sunmaktadır. Bu perspektif, gerek devlet yöneticilerine gerekse bireylere, ekonomik ilişkilerde yoksulun, zayıfın, mülksüzün hakkını koruma hassasiyeti vermekte ve zekat, sadaka, infak vb. ahlaki emirler sayesinde daima zenginliğin sırtına yoksulu düşünme sorumluluğu bindiren bir idrak kazandırmaktadır.

Bu bağlamda, İslam’ın son tahlilde yoksulu koruyup gözeten ve zengini sorumlu tutan bir ahlaki duruş kazandırdığı söylenebilir. Ama bu adına İslam eklenecek bir iktisadi model veya kalkınma projesi manasına gelmez.  Müslümanlar, bu idrakle, daima sınıfsal eşitsizliği ortadan kaldıracak, sömürü ilişkilerine meydan vermeyen, gelir dağılımını yoksulu gözeterek düzenleyecek ve güçlünün, para sahiplerinin egemenliğini sınırlandıracak her tür paylaşımcı, eşitlikçi ve adil ekonomik model, proje ve teorilerden yana olmalıdır.

Zenginliğin de yoksulluğun da son tahlilde Allah’ın nasip ettiği bir imtihan konusu olduğuna inanan mümin idraki, bu dünyada mutlak eşitlik yani cennet olmadığını bilir, ama safını eşitsizlikten, adaletsizlikten, sömürüden yana seçmez. Seçenlerin de imanlarından şüphe edilir. Çünkü insana emeğinden, çabasından başkası helal değildir. Yani sömürü, rant, tefecilik, karaborsa, ihtikar, hile yoluyla elde edilecek kazançlar haramdır. Müslümana düşen, ekonomik ilişkilerde bu hırsızlık yöntemlerini kullanmamak ve daha genelde bu yöntemleri ekonomik işleyişten de tasfiye etmektir.

Bugün küresel kapitalist sistemin alternatifsiz egemenliği altında, milyarlarca insanın haksız, adaletsiz, zalim bir dünya düzeninde yaşadığı göz önüne alınırsa, Müminler, bütün insanlık çapında, bütün ezilenler için çareler düşünmeli, üretmeli, uygulamalı ve bu yöndeki her tür çabaya da destek olmalıdır.

İslam ekonomisi tabiri yersiz ve gereksizdir.

İslam’ın kapitalist veya sosyalist modellerle kıyası veya tarafı tartışması da soğuk savaş dönemine ait içi boş bir tartışmadır.

İslam’ın ekonomisi veya ekonomik modellere ait bir tarafı yoktur. İslam, tevhid, adalet ve özgürlük dinidir. Sadece ekonomiyi değil, devleti siyaseti, bireysel yaşamı, eğitimi veya diğer yaşamsal alanları düzenlerken, bu ilkelere uymayı öğütler.  Sermayeden bahsedeni kapitalist, emekten bahsedeni solcu olarak yaftalayan bakış, İslam’ı anlamamıştır. Yoksulluğu ortadan kaldırma, sömürüyü engelleme, paylaşım ve dayanışmaya dayalı bir ekonomik sistem kurma çabaları, özü itibariyle İslam’ın temel ilkelerine uygundur. Ama bunun hangi kavramlar, kurumlar veya kurallarla olacağı meselesi İslam’ın konusu değildir. Ekonomistler, filozoflar, sosyologlar ve siyasetçilerin işidir. Önemli olan Mekasid-u şeriadır ve ekonomi konusunda şeriat; adaleti, paylaşmayı, eşitliği önerir.

Sermayenin tekelleşmesi, şirketlerin devletleşmesi, toplumların ölçüsüz tüketimle, karmaşık finansal zincirlerle, haksız emek sömürüsüyle kuşatılıp yoksullaştırılması, köleleştirilmesi, zenginlerin azgınlaşması, fakirlerin çaresizleşmesi, hiçbir gerçek müminin onaylayacağı bir şey değildir ve İslam imanı bu konularda bir hassasiyet oluşturmuyorsa, o iman eksiktir. Bugün egemen kurumsal din, insanları ibadetler veya detay konulardaki günah-sevap konularında hassas kılıp, asıl bu insani ve toplumsal konularda duyarsızlaştıran bir afyon hükmündedir.

Adaletsiz bir dünyada, tevhide iman, ancak adaleti savunmakla mümkündür. Adaletsizliğe duyarlı olmayan bir insan, asla Allah’ın birliğini kavrayamaz. Allah’ı birlemek, paranın, altının, sermayenin tahakkümünü reddetmek demektir. Paranın rezzak olduğu bilgisiyle yaşayan bir insan, asıl rezzak sahibine iman etmemiş demektir. Hem paraya hem Allah’a aynı anda tapılmaz. Mümin, para kazanabilir, biriktirebilir, harcayabilir. Ama helal yoldan. Mümin, paranın kulu değil efendisi olmak zorundadır. İmam Gazali, ikinci defa hacca gideceğini duyduğu şehrin zengin bir tüccarı için; ‘ne işi var Hac’da, onun Haccı artık dağıtmaktır’, demiştir. Mümin, parayı da bir oyun ve eğlence olarak görür, kazanır, dağıtır, paylaşır. Bu da bir tür ibadettir. İslam’ın yayılışında Müslüman tüccarların büyük rolü olmuştur. Özellikle Asya’nın İslamlaşması ordulardan önce neredeyse tüccarlar vasıtasıyla olmuştur. Çünkü yalan, hile, gasp, yağma olmadan alışveriş yapan ve kazancından dağıtan bu ilk tüccarlar, gittikleri toplumlara örnek olmuştur. Dürüstlük, doğruluk, işini iyi yapmak, sözünde durmak, güvenilir olmak, müminlerin temel ahlaki vasıflarıdır. İster ticaret ister sanayi isterse esnaflık yapsın, para kazanma ile uğraşan her Müslüman, dürüstlük ve güvenilirliği bir ibadet olarak görmek zorundadır.

Öte yandan, emeğiyle geçinenler için ise hayat ağır bir imtihandır. Tabii ki işlerini dürüstçe yapıp kazançlarını hak etmek zorundadırlar. Ancak, çalışma koşulları ve ücret konusunda adalet talep etmek, daima temel haklarıdır. Emek kutsaldır ve emeğiyle geçinenler, toplumun çoğunluğu olduğu için her zaman gözetilip korumak zorunludur. Sosyal adalet, çalışanların kısıtlı bir yaşam şartına mahkum edilmesiyle sağlanamaz. Bu çerçevede Avrupa’da bir dönem uygulanan sosyal devlet politikaları, hala örnek alınabilir bir deneyimdir.

Kapitalizmi eleştirmek, sermaye egemenliği ve eşitsiz gelişme düzeni dışında bir dünya ekonomisi tahayyül etmek, dünya çapında açlık, yoksulluk, sömürü ve eşitsizliği ortadan kaldıracak çareler aramak, müminlerin öncelikli görevidir. Gerçekten, komşu açken tok yatamama duygusu, imanın göstergesidir. Bu iman egemen olduğu sürece Müslümanlar ekonomik adaletsizlik, kalkınma veya yoksulluğa çare olacak formüller üretebilirler. Bunun için önce İmam Gazali örneğindeki gibi, Müslümanlığın şartlarını uygularken öncelikler sıralamasını değiştirmek gerekir. İyiliği ve adaleti üstün tutun emri, salatı, orucu, haccı başka insan kardeşlerinin ortak acıları ve sorunlarına duyarlı olmanın sembolü yapacak bir ibadet şuuruyla mümkün olabilir. Haram kazanıp, yolsuzluk yapıp, çalışanının hakkını gaspedip, yetimi yoksulu küçümseyip namaz kılınmaz, hacca umreye gidilmez, oruç tutulmaz. Bu Allahla dalga geçmektir.

Bugün sosyalizm gibi büyük, derin, köklü teoriler, projeler, sistemik formüllere değil, her bir insan tekinin haysiyetini ve özgürlüğünü sağlayacak basit ama derin bir ahlaki hassasiyete ihtiyaç vardır. Oda adalettir. Adalet, Allaha hakkıyla imanın ölçüsü, ihlaslı ibadetin de temelidir.

 

Ahmet Özcan

Ahmet Özcan:

Nüfus kaydı ismi Seyfettin Mut. İ.Ü. iletişim fakültesi mezunu (1984-1993); yayıncılık, editörlük yapımcılık ve yazarlık yaptı. Yarın yayınları ve haber10.com haber sitesinin kurucusu.
Ahmet Özcan, yazarın müstear ismidir.

-Yer aldığı Dergiler:

İmza (1988), Yeryüzü, (1989-1992), Değişim (1992-1999), haftaya bakış (1993-1999), Ülke (1999-2001), Türkiye ve dünyada Yarın (2002-2006)

Yayımlanmış Kitaplar:

-Yeni bir cumhuriyet için-
-Derin devlet ve muhalefet geleneği-
-Sessizlik senfonisi-
-Şeb-i Yelda-
-Yeniden düşünmek-
-Teolojinin jeopolitiği-
-Osmanlının Ortadoğu’dan çekilişi-
-Açık mektuplar-
-Davası olmayan adam değildir-
-İman ve İslam-
-Yenilmiş asilere çiçek verelim-
-Tevhid adalet özgürlük-
-Devlet millet siyaset

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Bakmadan Geçme

Yahudilik Nedir? Ne değildir?

İsrail’in Gazze saldırısı, İsrail, siyonizm, Filistin, Kudüs, ABD, Avrupa, İngiltere,

Yeniden İhya için yeniden İman

Binbir türlü açlık, yoksulluk, yolsuzluk, zulüm, ilkellik, gerilik, ahlaksızlık, sapıklık,

Şeb-i Yeldâ

Şeb-i Yeldâ, erdem Sahipleri için, ‘yaşamanın’ ta kendisidir. Uzun, çok