Bunaltı

Akıbet gürkzade gurk şeved
(Kurdun oğlu kurt olur)
Sadî, Gülistan

Modern psikoloji, nedeni belirsiz bir kaygı ve sürekli sıkıntı “anksiyete” diyor. Bunaltı; sıkıntı, tedirginlik, stres ve
sonu psiko-nevroza kadar giden bir hastalık hali.
Her zaman ve her durumda sıkıntı içerisinde olmak, gelecekten korkma, olaylardan uzaklaşma isteği, yalnızlık arzusu ve yalnız kalmaktan ürkme. Anksiyete, bir varoluş bunalımı.
Aydınlarımızın pek sevdiği moda tabirle, “modern toplum” hastalığı değil. Azıcık insan olan herkesin, tarih boyunca, bütün zamanlarda ve bütün topluluklar içerisinde yaşayan bireylerin şu veya bu şekilde tattığı, yaşadığı bir “yaşamayı kaldıramama” durumu. İçerisinde yaşanan toplum nasıl olursa olsun, paylaşılan çevre ve sahip olunan inanç düzleminin keyfiyeti ne olursa olsun, bunaltı herkesi sarabilecek, sebepsiz ve ansızın yakalayıp kuşatabilecek doğal bir hastalık -nezle gibi, grip gibi, bronşit gibi bir şey.
Anksiyete, insanların tatmadıkları müddetçe alay ettikleri, başlarına gelmediği süre boyunca küçümsedikleri, anlamını kavrayamadıkları oranda da hor görüp bazen de acıdıkları “dostlarının” hastalığıdır. Hiçbir şey hissetmemek, ya da yaşamın hiçbir edimine karışmamak, küskün ve kederli, suskun ve yorgun, biçare ve dağınık, bir mecnun kadar çilekeş, bir Leylâ gibi kader mahkumu, bir asi kadar kayıtsız, bir mûtî gibi içe kapanık ve durgun olmak, dostlar, akrabalar, arkadaşlar için düşkünlük ve meczupluk suçudur. Dedikodu malzemesi ya da tecrit etme bahanesidir.
Dostoyevski, bedensel hastalıklar karşısında dostluk, yakınlık ve hürmet gören bireylerin, ruhsal hastalıklarında tam
tersine itilmişlik, dışlanma ve istihza ile karşılanmasını insanoğlunun ikiyüzlülüğüne bağlar. Bunalımlı bir insan, nezleli biri kadar bile geçmiş olsuna layık görülmez. Sanki bunaltı, insanoğlunun bütün günahlarının karşılığında belirli kişilere verilen ilahi bir cezadır. Vebadan kaçar gibi uzak durulur, bunalmışlardan. Oysa uzak durulması gerekenler asıl ikiyüzlü olanlardır. Tanrının cezasına layık olanlar esasen onlardır.
Yaşamın yükünü kaldırıyormuş gibi yapıp, sıradan ve basit hayatlarıyla yaşam acısını duymayacak kadar hafif kişilikli ve sığ ruhlu zavallılar onlardır. Onlarca yıl yaşayıp bir tek kez bunalmayan, sıkılmayan, stres ve kaygı duymayan, tedirginlik, anlamsızlık ve boşluk duygusu tatmayan insanlardır ikiyüzlüler. Var olmayan, var oluşu hissedilmeyecek kadar silik, göze batmayacak kadar kalabalıkta bunlar. Yüzlerinden sahte gülücükler, yapmacık hüzünler, içtensiz kederler akar. Birden fazla maskeleri, sayısız rolleri vardır. Gözlerinde sinsi bir parlaklık,
bakışlarında sun’i bir canlılık görülür. Oysa bu tür insanlar dışı boyalı tenekelere benzer. Çok ses çıkarıp, aşırı parıldarlar. Huzur, mutluluk, rahatlık ve zevk, varoluşlarının sahte cennetleridir. Hep dünyevi olanda vuslat ararlar ve hep yanılırlar.
Anksiyete, bir “var oluş” sancısıdır. Solgun bir beden, yorgun bir ruh üzerinde yurtlanır. Bir olgunlaşma okulu gibidir.
Sınıfta kalma ihtimali de, sınıfı geçme şansı da vardır. Sebebi sorulmaz, sonucu tahmin edilemez. Bunaltı, acı çekmektir ve şair, “acı çekmek ruhun fiyakasıdır” demiştir.
Sebebi bilinen sıkıntılar ve sancılar çeken bir toplumda sebebi bilinmeyen bunaltılar yaşayanlara daha çok rastlanır.
Çünkü kurdun oğlu sonunda ancak kurt olur. Bunalım üreten bir toplum, sıkıntı verici bir otorite ve kaygı dolu bir coğrafyada en yaygın hastalık anksiyetedir.
Böyle toplumlarda ikiyüzlü dost rolünü iktidarlar oynar.
Toplumun yüz yüze kaldığı fiziksel bir darbe, felaket ya da çöküntü durumunda bütün iyi niyet gösterileri, yardım çabaları ve üzüntü dilekleri ortaya saçılır. Bir deprem ya da sel felaketine veya kitleleri hedef alan bir kanlı terör eylemine düçâr olanlar, iktidarlar tarafından ayrım yapmadan korumaya alınır. Böyle durumlarda mağdurlar Sağcı, Solcu, Türk, Kürt, Laik, Şeriatçı kimliğine bakmadan himaye ve destek görür.
Can tehlikesi, sahtekâr dostlukların bir yüzünü öne çıkarır.
Ancak, toplumun ruhundaki bir sancılanma, kollektif bir arayış ve sorgulayıcı bir acı çekme durumunu yansıtan herhangi bir kıpırdanma aynı iktidarlar tarafından büyük bir tehdit, baskı, aşağılama ve dışlanma
tavrıyla karşılanır. Düşünen insanlara “tehlikeli” gözüyle bakılır. Soru soranlara cevap yerine öfke kusulur. Bunaltıyı, bir yaşam ağrısı olarak yaşayan ve toplum adına sıkıntı çeken, ülkesi için stres duyan, insanların iyiliği için acı çekenler, vebalı muamelesi görür. Hatta bazen alay bile edilirler.
Bunalımlı insanlara karşı alınan ikiyüzlü tavrın özünde, yaşamın normal standardını temsil etme güdüsü yatar. Bu
standardın dışına çıkmak anormallik olarak görülür. Bu nedenle “normal”in terörü estirilir bunalımlı insanların üzerine.
İktidarlar, Sancı duyan birey veya toplulukların üzerine “anormal” suçlamasıyla gider: Herkes vatanseverdir, “onlar” vatan haini sayılır. Herkes düzenden memnundur, onlar düzeni bozucu anarşist olarak görülür. Herkes
demokrattır, onlar demokrasi düşmanı. Onun için “herkes” adına iktidarlar saldırır onların üzerine. Çünkü “normal”
olan, “Düzen”in kendisidir. Geri kalanı ise zararlı, standart dışı münferit ihanet şebekeleri.
Toplumun sancılı yüzüne, düşünen, sorgulayan, acı çeken yönüne karşı geniş yığınların tutumu da iktidarlar ile aynıdır. Çünkü, acı çekenler, kitlelerin normalliklerini de sorgulamaktadırlar.
Bunaltı, ruhun arayışıdır. İkiyüzlülük ise sahte dostların ruhun acısını hor görmeleridir. Toplumların, nedeni bilinmeyen ya da anlaşılamayan sıkıntılarını çeken bireyler, nedeni bilinen sıkıntıların, bunalımların üreticisi durumundaki iktidarlar tarafından dışlanır. Çünkü onların varlığı, kendi bunaltılarını kökünden kurutmakla tehdit etmektedir. Çünkü normal bilinen birçok şeyin kendisi anormaldir. Çünkü, bizatihi “iktidar” ve “otorite”, insan doğasına aykırı, kaygı verici ve fıtratı bozucu olgulardır. Çünkü bizatihi “düzen”in kendisi krizde
ve hastalıklıdır. “Anksiyete” işte bu arızi yaşamı kaldıramama, buna bir tepki koyma biçimidir. Onun için bunalımlı insanlara ve toplumlara, ilk önce bunalımların nedeni var mı, diye bakmak gerekir. Varsa, önemli bir durum yoktur, nedeni ortadan kaldırılır. Yoksa, mühim bir sorun var demektir. Çünkü sebepsiz “bunaltı” yaşamanın bizatihi kendisiyle ilgili sorunların hastalığıdır. Özellikle toplumsal olanı, en ağırıdır. “Anksiyete” çeken insanların çoğalması, kurulu düzenlerin yaşam alanlarının kurumaya başladığının göstergesidir.

(İlk yayın: haftaya Bakış dergisi, 1996)

Leave a Reply