‘Neo-Kemalizm 15 Temmuz devrimine tehdittir’

7 Eylül 2016

Haber10 Röportaj
Cengiz Sözübek

Türkiye son on yılda 12 Eylül’le birlikte Soğuk Savaş’ın da izlerini ortadan kaldırırken, diğer yandan yüz yıl önce “yenilginin bedeli” olarak dayatılan prangalarını da eş zamanlı olarak kırdığı bir büyük dönüşüm yaşıyor.

15 Temmuz işte bu anlamda yıkıcı etkisiyle adeta bir “karşı devrim”gibi “devlet”in yüzyıl önceki reflekslerini kaşıyan, o korkuların üzerine bina edilen bir kurgu düzene “mecburiyeti” dayatan bir misyon da icra ediyor.

Meşruiyetini sahte “güvenlik kaygıları”ndan ve muafiyetini “Batı’nın düzen bekçiliği”nden alan müesses nizamın, FETÖ üzerinden “biz haklıydık”la ve FETÖ’den doğacak boşlukta kendisine yeniden bir alan açmaya çalıştığını görüyoruz. Bu durum sadece “Aydınlıkçılar”ın şahsında neo-con ruhlu kemalistlerin fantezilerinden ibaret değil, eski kemalist kadrolar ısrarla ve sürekli olarak “merkez medya”da  boy göstermeye başladı. Hikâye aynı: laiklik, kurucu değerler, kemalizm v.s.

Peki kemalizm ne? 12 Eylül’ün projelendirdiği “Türk-İslâm sentezi”ni unuttu mu? Yoksa yeni bir Neo-Kemalizm için payanda olarak mı kullanacak?

Kemalizmin milleti dövmek için kullandığı güya “kurucu değerler”in, adı “Büyük Millet Meclisi” olan I.Meclis’in “kurucu değerleri”yle olan savaşından neden kimse bahsetmez?

“Hakimiyet-i Milliye, Müdafaa-yı Hukuk, Memalik-i Müttehide ve İstiklâl-i Tam.”

Mesela elli yıllık sloganı “yurtta statüko, cihanda NATO” olan kemalist düzene geri dönmemizi isteyenler, bu milletin “dört kurucu değeri”ni neden ağızlarına almazlar?

Büyük Millet Meclisi ve 1921 Anayasası gölgesinde bir yeni anayasayı konuşmamız gerekirken, 12 Eylül projesi olan “Türk-İslâm sentezi”yle soslu bir Neo-Kemalizm’le 15 Temmuz ruhuna ihanet mi edeceğiz?

Yazarımız Ahmet Özcan’la, 15 Temmuz’dan hemen sonra yaptığımız röportajın devamında 15 Temmuz’un geldiği yeri, tüm bu tartışmalar eşliğinde konuştuk.

7 Eylül 2016

15 Temmuz’un üzerinden 1,5 aydan fazla bir süre geçti ve en önemli sonucu “Yenikapı” oldu. 15 Temmuz devrimi nereye gidiyor, Yenikapı’dan ne anlamalıyız?

Yenikapı mitingi,15 Temmuz devriminin doruk noktası olarak, son iki yüzyıllık çöküşün durdurulup yeniden ayağa kalkışın miladı gibiydi. Bu milletin varlık ve beka rotası 15 Temmuz’da ve Yenikapı’da net bir şekilde ilan edildi.

Millet, bu süreçte sadece darbecileri ve arkalarındaki küresel güçleri yenmedi, son 90 yıllık kemalist rejimin dayattığı ideolojik, sosyal, kültürel kimlikleri ve yöntemi de bir manada aştığını gösterdi.

Aşmaktan ne kastediyorsunuz? Kemalizm aşıldı mı?

Bence çoktan aşıldı ama adı konamadı bir türlü. Aşmaktan kastım da şu; Kemalist cumhuriyetin yenilgi koşullarında kabul etmek zorunda kaldığı ve milletin de zımnen kabul ettiği şeyler var, bir de millete zorla dayattığı ve milletin onaylamadığı şeyler var.

Bunların hepsi bir şekilde elendi, içselleşti ve o defter kapandı. Mesela Milletimizin hiçbir zaman Cumhuriyetle, demokrasiyle sorunu olmadı. Bir arada yaşamamızın gerektirdiği birtakım Batılı değerler dedikleri hukuki, siyasi ve idari düzenlemeleri seçerek, ayıklayarak benimsedi. Değerlerimize ters düşmeyen modernleşme adımlarına da destek verdi. Ama milletin dinine, yaşam tarzına, tarihine dönük onur kırıcı dayatmalar reddedilmişti. Yine bizi tamamen Batılı toplum yapmaya dönük projeler de millet çoğunluğu tarafından kabul görmemişti..

20. Yüzyıl boyunca bu toplum yaşadığı tecrübelerden, hem dünyayla hem devletle yaşadığı ilişkileri süzerek, eleyerek, seçerek kendisine bir yol bulmuştu. Bu yol mevcut müesses düzenin çok çok ötesinde bir yoldu.

Aynı şekilde müesses düzenin, ordusuyla, eğitimiyle, bürokrasisiyle bu topluma giydirmeye çalıştığı gömleğin dar geldiği ortaya çıktı. Çok mantıklı, rasyonel olanlar ise kaldı; mesela demokrasiyi bu millet kendi diline tercüme ederek benimsemişti.

15 temmuz bu anlamda bir askeri vesayet dayatmasına demokratik bir tepkiydi aynı zamanda. Yenikapı’da toplanan farklı yaşam tarzlarına, belki karşıt ideolojilere sahip insanlar  çoğulculuk, farklılıklara tahammül erdemiyle ortak bir çatı altında bir araya geldiler ve ortak bir varlık ve beka refleksi gösterdiler. Bizim demokrasimiz işte bu dediler.

Bu ortak refleks “müesses nizam”da nasıl bir karşılık buldu?

Mevcut müesses devletin kavrayamayacağı kadar büyük bir refleksti bu. Bizim tarihimizde Tanzimat’tan Cumhuriyete kadar tüm reformlar, yenilikler hep devletten, ordudan gelmiştir. Ama 15 Temmuzda ilk defa millet ordusunun ve devletinin çok daha ilerisinde olduğunu gösterdi. Mevcut müesses düzen zaten bu ülkeye dar geliyordu ve tepeden tırnağa da iflas ettiği ortaya çıktı.

15 Temmuz bu gerçeğin tartışmasız bir şekilde sahnelenmesiydi. Müesses nizamın, bütün kurum ve kuruluşları iflas etmiş, neredeyse artık kartondan gecekondu devletine dönüşmüş bir rejim olduğu ortaya çıktı. Son on yıllık bir takım yenilikler yapılmasaydı, zaten müesses düzenin ömrü de uzamayacaktı.

AB süreciyle yaşanan reformlar, diğer yandan çözüm süreciyle birlikte gelişen ideolojik reformlar da eski müesses düzenin biraz ömrünü uzatmıştı. Ama bu yama olmaktan öteye gitmedi ve artık bu yama da tutmuyor.

15 Temmuz’da millet, müesses nizama “rağmen” meydanlarda olduğu gibi ona “karşı” da diyebiliriz yani..

Kesinlikle. Bu müesses düzen dediğimiz Kemalist rejim öyle bir rejim ki, self-kolonizasyon ile hayatını sürdürdü. Topluma dar bir gömlek giydiren, kimliğini ve yaşam tarzını değiştiren, ekonomik, siyasi ve askeri olarak bir imtiyazlı sınıf yaratarak toplumu gütme, sömürme ve aşağılamayı kendisine görev addeden bir düzendir Kemalizm.

Bizim milletimiz onurlu bir millet; bunlara şimdiye kadar sadece sabretti. Milletin 15 Temmuz’da FETÖ’yü tasfiyesi de bu sabrın taşmasıdır, sonudur. Çünkü millet rejime karşı “ite bulaşmayıp çalıyı dolaşma” formülü nedeniyle FETÖ’ye prim vermişti: yani “çocuğumu devletin okuluna vermeyim de, kendi değerlerime yakın olan okullara vereyim” diyen bir derin kaygının ürünüdür FETÖ. Sadece FETÖ’ye değil, bir takım cemaatlere, örgütlere, ideolojilere yönelmesi de bundandır. 15 Temmuz’da bu konuda da aldatıldığını, hatta kullanıldığını anlayınca artık bardak taşmış ve bir öfke patlaması yaşanmıştır.

Kemalizmin yıllardır “sen şöyle Türksün, sen dincisin, sen solcusun, Alevisin, sen kürt değilsin, şu değilsin busun” gibi topluma sürekli ayar vermeye çalışan, toplumun hiçbir şeyini beğenmeyen bir kafa yapısı var. Birileri Atatürk’ü sevecekse de sevemiyor, Türk olacaksa da olamıyor, çağdaş olacaksa da olmak istemiyor; yani nefret ettiriyor.

Cemil Meriç’in kastettiği gibi, kemalizm aslında idrakimize giydirilmiş bir deli gömleğiydi.15 Temmuz’da bu çöpe atıldı.

15 temmuz’da bu deli gömleği giymiş olanlar hariç herkes, kelimenin tam manasıyla “millet olma şuuru”yla davrandı. Bundan sonrası işte bu ruhun, bu şuurun devletleşmesidir.

15 Temmuz sonrası atılacak adımların, hiçbir şekilde geçmişe yani müesses nizama dönük bir şeyi içermemesi gerekiyor. Buna millet zaten yine müsaade etmez ama böyle bir şey her şeyden önce 15 Temmuz şehitlerine büyük bir saygısızlık olur.

KEMALİZM İNGİLİZ PROJESİDİR

Peki bu Kemalist kitleyi nasıl tarif edebiliriz. Kim bunlar, homojen bir kesimden mi bahsediyoruz?

Kemalist diye kodladığımız bu kesimleri dört başlıkta tanımlayabiliriz.

Birincisi I. Meclisin Cumhuriyetini 1926 sonrası darbeyle ele geçirip Kemalist dediğimiz rotaya sokan galiplerin yani İngiliz-Fransız ve Rusların bu ülkedeki paylarını temsil eden ve onlar adına bekçilik yapan devşirme kolonizatör elitlerdir. Bunların çoğu göçmendir. İtikat olarak da bu millete yabancıdır. Bunlar belli ailelerden oluşur. Çocukları süzme mekanizmalarla devşirilip devletin karar verici tepelerine yerleştirilirdi.e konomik imtiyazlarda bu ailelerin tekelindedir. Oligarşik bir zümredir bunlar.

İkinci olarak, bunların kurup geliştirdiği rejimin müesseslerinden beslenerek var olan orta tabaka imtiyazlı sosyal kesimler. Bunlar da rejimin kapıkulu pozisyonunda kemalist aidiyetin hem ideolojik bekçiliği hem de siyasi ve kültürel sosyolojisini oluşturanlardır.

Üçüncü olarak rejimin taşralı bekçileri gelir. Bunlar, bazı Aleviler ve bazı solcular gibi, aslında toplum çoğunluğuyla sorun yaşayan, kendisini özellikle din karşısında tehdit altında hissettiği için rejimi, laikliği, orduyu bir güvence olarak gören, yani daha başka nedenlerle Kemalist çeperde saf tutan kesimlerdir.

Dördüncü olarak da, bir çoğumuzun annesi babası gibi, cumhuriyet propagandalarının etkisiyle, Mustafa Kemal’in vatanı kurtardığını, çok önemli işler yaptığını zanneden, öyle bilen, öyle inanan, bu nedenle onu seven sıradan Atatürkçüler…

Şimdi biz Kemalist derken asıl olarak ilk iki zümreyi kastediyoruz. Bu topluma sürekli olarak Batı adına denetim misyonu üstlenmiş bu bürokratik ve sosyal zümre o gece tankları da alkışladı zaten; düne kadar küfrettikleri FETÖ’nün yaptığını bile bile hem de..

Olan bitenden ders çıkarmayan, beyinleri kireçlenmiş bir güruh bunlar. Bunlar, her olaydan -hatta 15 Temmuz’dan- kendilerine bir pay çıkartıyorlar, kendilerinin ne kadar doğru bir yerde durduklarını anlatıyorlar. Asla kendilerini sorgulamayan son derece cahil, görgüsüz ve yobaz bir kesim bunlar. Ama kibirleri çaplarının tam tersi. İmtiyazları elden gidince özellikle Erdoğan’a karşı her tür şer projenin taşeronluğuna soyundular. Küresel baronların, İsrail’in, Kraliçenin, milletle sorunu olan her gücün gönüllü işbirlikçisi işte bu kesimler.

Aynı şekilde memlekette o kadar darbe, iç savaş, gerilim yaşanırken asla evlerine cenaze girmemiş, asla polis savcı yüzü görmemiş, devlette her işleri kolayca halledilmiş,  çocukları son derece iyi koşullarda yetişen bir sınıf bu.

Kimileri beyaz Türkler diyor ki, bence bunlara Türk demek Türk kavramına hakarettir.

Son zamanlarda bazı unsurları TV’lerde birer “kahraman” olarak çıkıyorlar.. Eski rejimi, kemalizmi hâlâ bir kurtarıcı olarak anlatıyorlar…

Eski müesses düzenin bir görevlisinin asla ve asla Türkiye’nin geleceği hakkında konuşmaya hakkı yoktur. Kim bunları konuşturuyor ve bunları ciddiye alıyorsa, ahmaktır, ahlaksızdır..Hiçbir biçimde bunlarla konuşacak bir şeyimiz yok.

Çok açık bir şekilde söyleyelim: Kemalizm bir İngiliz projesidir, mevcut sınırlar İngilizler tarafından çizilmiştir, bu rejim I.Dünya Savaşı’nın galipleri İngiltere-Fransa-Rusya tarafından yenilginin bedeli olarak dayatılan bir rejimdir. Devrim dedikleri, kurucu değer dedikleri de, bu ülkeye sömürgeciler tarafından dayatılmıştır.

Şimdi çıkıp ne yüzle konuşuyorsunuz? Siz hâlâ bunu anlamıyorsanız, ya çekilin ya da susun. Bu milletin sabrını da zorlamayın artık; millet her şeyin farkında ve bu gereksiz kavgalara girmek istemediğinden susuyor. Farkında olmayan sadece sizsiniz. 90 senedir bu ülkeye, bu millete çektirdiğiniz yeter..

FETÖ de PKK da, sizin Kemalizm’inizin doğurduğu örgütlerdir..Düne kadar Amerikan-İngiliz emperyalizmini ve Siyonizmin projelerini hayata geçiren, Fransız kültürünü topluma yerleştiren, Batı’nın bu ülkedeki çıkarlarını savunanlar sizlerdiniz. Hâlâ da sosyal ve kültürel tüm varlığını siz temsil ediyorsunuz.  Siz bunu bilmediğimizi zannediyorsunuz ve utanmadan da konuşabiliyorsunuz.

Son iki üç senedir görmedik mi, PKK’lısı, Kemalist’i, laikçisi, FETÖ’cüsü aynı noktada buluştular, aynı masada oturup kanka oldular, seçim ittifakları yaptılar..Meğer bunların birbirleriyle düşmanlığı tiyatroymuş..

 

BU ÜLKE’NİN GELECEĞİNİ 15 TEMMUZ RUHU BELİRLEYECEK

Bu ülkenin geleceğini, 15 Temmuz ruhu ve 15 Temmuz’da meydanlarda direnen insanlar belirleyecek. Eğer biraz vicdanları olanları varsa, oturup milleti seyretsinler ve bir şeyler öğrenmeye çalışsınlar. Bu 90 yılın hesabını milletin onlardan sormadığına sadece şükretsinler..

Bu millet daha 28 Şubat’ın bile rövanşını almadı. Başörtüsü yasağının, faili meçhullerin, büyük banka yolsuzluklarının hesabı duruyor. Bu ülkenin çocuklarına neler yaşattıklarını herkes biliyor. Utanmadan TV’lere çıkıp ukala ukala konuşuyorlar..

O TV’lere çıkan kemalist artıklarının birçoğu da mücrimdir, hırsızdır, katildir..Özellikle asker eskileri..Bunların bir çoğu harp okullarında devşirilip kendi ana babalarına düşman olmuş zavallılardır. Düne kadar başörtülü anasını Garnizon’a sokamayan, cami cemaatine düşman olan, milletin şu veya bu özelliği ile alay eden, kendisine emanet edilen gencecik çocuklara dayak atıp, ailelerine küfreden yaratıklar bunlar..

Zaten bir insanın Kemalist olması için, aklını bir yere koyması gerekiyor. İronik olan ise şu, bunlar kendilerini çok zeki, çağdaş, insanlığın en modern değerleriyle donatıldıklarını düşünüyorlar. Ama ne bilimle ne felsefeyle zerre kadar alakaları yok. Bu şizofrenik bir hastalıktır..

15 TEMMUZ KEMALİZM’İN ÖLÜM GÜNÜDÜR

Şunu artık herkes bilsin, 15 Temmuz kemalizmin ölüm günüdür.

15 Temmuz, kadîm milletimizin, kadîm devletimizin, kadîm vatanımızın doğum günüdür.Artık bir post Kemalist dönemdeyiz.

Geçmişi temsil eden herkes ölüdür, asla ve asla konuşturulmamalı, dinlenmemelidir.

Geleceği işaret eden millet konuşacak ve bu millet karar verecektir.

Kemalizm bir “ideoloji” olarak tarih sahnesinden çekiliyor mu?

Şimdi bu süreçte, İngiltere/Kraliçe araya girerek devlete ve siyasete bir Neo-Kemalizm dayatmaya çalışıyor. Lozan’ı biraz tadil ederek yenilemek istiyor. FETÖ’nün tasfiyesi üzerinden kafa karıştırıp, demagoji yapıp aslında yeniden “batıcı Ulus devlet, laik Türk milleti, iddiasız TC rejimi’ formülünü öne sürüyor.

Bunların “Türk” dediği “Türk” değil, bunu herkes bilsin..Bunların Türk dediği o Kemalist oligarşinin icat ve imal ettiği sahte bir kimliktir, bu aslında gavur kimliğini, gerçek Türk’e de Türklük diye yutturma çabasıdır.

Bunların “Türk Milleti” dediği, Arap’la, Kürt’le, Gürcü’yle, Boşnak’la bir araya gelmeyen kimliksiz, haysiyetsiz, Batıcı bir toplum tarifidir.

Bunların “Türk Milleti”, başta Araplar olmak üzere Osmanlı bakiyesi unsurlarını gerçek Türk’e küstürmenin, uzak tutmanın adıdır…

Bu tuzağa da kimse düşmesin. Kemalist seküler milliyetçilik ve onların ağızlarındaki “Türk milleti”, asla Türklükle, bizim milletimizle alakası olmayan bir kavramdır.

Yine bunların “Ulus devlet” dediği, gerçekten bağımsız, onurlu ve doğal bir ulusal varlık değil, tamamen Batı kontrolünde sahte bir “ulusalımsı gecekondu devletçiği”dir.

Bunların TC’si, milletimizin varlık ve beka sigorta sigortası olan kadim kerim devletimiz değil, Batıcı bir azınlığın imtiyazlarla donatılıp geri kalanın dışlandığı tipik self-kolonizasyon devletidir.

Milletimiz bu Kemalist ideolojiyi çoktan aşmıştı. Erdoğan’la birlikte bu dayatılmış projenin devletten de temizlenmesinin yolu açılmıştı. Hala devlette, belli kurumlarda maalesef tutunmaya çalışıyor. Önemli oranda tırnakları söküldü, dişleri döküldü aslında. Ama asla geleceğimizde varolmayı başaramayacak.

İNGİLTERE’NİN 1926’DAN BU YANA DAYATTIKLARINI KABUL ETMİYORUZ

Kemalizmin yerini ne alacak?

Bir şey almak zorunda değil. Kemalizm anormal bir dayatmadır. Devleti, milleti, vatanı tarif etmek, İngiliz-Fransız-Alman felsefelerinin hastalığıdır. İmparatorluklar çözülünce kurdurulan ulus devletlere birer tarif ihtiyacı duyulmuş. Bugün Avrupa dahil bir çok devlet ve milletin adı, 20. Yüzyılda konmuştur. Ondan önce ne Almanya vardır, ne Fransa, Ne İngiltere, ne de diğerleri…

Bu dönem tarihsel olarak da anormal bir dönemdir. Her şeyin altüst edildiği ve sömürgeciliğe uygun olarak yeniden dizayn edildiği bir çağdır 20. Yüzyıl. Bu nedenle kendi ülkemiz ve bölgemizde işte bu çağdan kalma her anormalin tasfiyesi normalleşme için yeterlidir. Eğer kendimize bir isim koyacaksak, millet koyar; Kemalistler, İngilizler/Kraliçe değil..Kendi devletimizi, milletimizi, vatanımızı kendimiz tarif edelim.

19. ve 20. asrın emperyalizm çağında üretilmiş kavramlarla, ideolojilerle, kurumlarla gidebileceğimiz en uç noktalara kadar gittik ve şimdi deniz bitti. Herkes oturup bundan sonrasını, bundan öncekinin deneyimleri üzerinden bir kez daha düşünsün.

Ortak devlet, vatan ve millet idrâkiyle, ortak bir ülkü ve ortak hedefler için her şeyin yeniden formatlanması gerekiyor.

İngiltere’nin, ABD’nin, küreselcilerin, 20. Yüzyılda dayattığı hiçbir formülü, kelime ve kavramı kabul etmemeliyiz. Herkes dönsün I.Meclis’e baksın, Meşrutiyet Meclisi’ne baksın, Abdulhamid’in 1876 Meclisi’ne baksın..Biz yolumuzu, yönümüzü oralarda arayacağız.

Kemalizm dediğimiz, 1926’da İstiklâl Mahkemeleri’yle bu topluma dayatılmış rejimin adıdır; ondan öncesi istiklal ruhudur, gerçek cumhuriyettir, kerim devlettir, gerçek Misak-ı Millîdir, Hakimiyet-i Milliyedir..

YENİ ANAYASA GÜNCELLENMİŞ 1921 ANAYASASI OLMALI

1920 Meclisi’nin adı Büyük Millet Meclisi’dir, oraya dönelim..O Meclis’te ne konuşulmuş, hangi dil, hangi üslûp..Oradaki dil biraz güncellenerek 15 Temmuz’da ve Yenikapı’da milletin ağzından meydanlara çıktı zaten..Yeni Anayasa, güncellenmiş bir 1921 anayasası olmalıdır. Gereksiz anayasa yazımıyla meşgul olmanın alemi yok!

Kemalizm’in I.Meclis’in “kurucu değerleri”yle savaşı var sanki..1920’nin “kurucu değerleri” nelerdir?

Hakimiyet-i Milliye, Müdafaa-yı Hukuk, Memalik-i Müttehide ve İstiklâl-i Tam.

I.Meclisin kurucu değerleri bunlardır ve özünde milletin ruh kökündeki Müslüman şuuru vardır. Ne ırk ne mezhep ne ideoloji ne kişilere, devlete, şuna buna tapma yoktur. Tam olarak bu islâmî ruhla temellenmiş bu dört ilkedir bu devleti ve milleti var eden.

Bu ilkeler şu demektir; Siz milleti tek ve gerçek bir hakem ve hakim yapamazsanız ülkeyi, vatanı birleştiremezsiniz. Milletin topyekün bütününün hukukunu savunmaz ve devleti de bu hukukun muhafızı yapmazsanız devletinizin meşruiyeti kalmaz. Eğer memalik’i yani asli vatanımızı, o büyük coğrafyayı yeniden bütünleştiremezseniz, istiklaliniz de tehlikeye girer..

Bu milletin I.Dünya savaşı gibi büyük bir felaket ve çöküşten sonra, onca yaralı, fukara ve mahzun haliyle geliştirip millet meclisi eliyle formüle ettiği bu değerler, bugün de 21. yüzyılın başında, geleceğimizin temel ilkeleri ve varlık-beka sigortalarımızdır.

BU MİLLETİN ASLI VE ÖZÜ İSLÂMDIR

Bu milletin aslı ve özü islâmdır, müslümanlıktır. I.Dünya Savaşı’nın da, İstiklâl Harbimiz’in de ruhu islâmdır. Burada din tartışmasına girmeye gerek yok; neyi kastettiğimizi herkes biliyor. İnsanlar tekbir getirerek tankların üzerine çıktı.

90 sene önce de aynı ruhla, aynı tekbirlerle Çanakkale’den Sakarya’ya kadar tüm cephelerde savaştı, gazi oldu, şehit düştü..

Bizi biz yapan bu zaten, bunu elimizden aldığınızda geriye iğrenç bir topluluk kalıyor. Kemalizm de zaten böyle bir toplum yaratmaya çalıştı. Kemalizm adım adım bu değerleri ortadan kaldırıp seküler, Batıcı pagan ve halk düşmanı bir rejim kurmuştu.

İngilizler, Fransızlar I. Dünya savaşı sonrası hem Rus devriminin paniği hem de kendi aralarındaki paylaşım kavgasından dolayı terk ederken buraları Kemalizme bıraktılar. Yoksa zaten aynısını onlar yapacaktı. Onların yapmayı arzuladıkları şeyi yapanlara Kemalist diyoruz.

Şimdi bir Neo-Kemalizm tehdidi var.

Sykes-Picot’un güncellenmiş hali Lozan’dır. Lozan Türkiye Cumhuriyeti Devletini Arap’lardan, kendi Osmanlı habitatından kopartma projesidir. Çünkü batıdan baktığınızda Müslüman dünyayı bölmenin ilk ve en temel yolu etnik ayrışmadır ve bu manada Türk ve Arap arasına önce bir  “ve” koyarak bunu yapmışlar ve “Arap ve Türk” demişlerdir.

Sonra da Türk’ü Arap’a, Arap’ı Türk’e düşman ederek iki ayrı millet var etmeye çalıştılar. Türk milleti, Arap milleti..Sonra Balkanlar’da Arnavut milleti ile devam etti bu. Bugün de Kürtleri ayrı bir millet yapmaya çalışıyorlar.

Bakın 1912 ‘de Arnavut isyanı çıkınca Osmanlı yönetimi ilk defa Müslüman bir tebanın ayrılık talebiyle şok olmuştu. Ve o tarihten sonra ‘biz kimlerle birlikte yola devam ederiz’ sorusu sorulmaya başlamıştı çünkü gayrı müslim unsurların ayaklanmasıyla Osmanlı birliğinin devam etmeyeceği anlaşılmış, Arnavut isyanıyla da Müslüman birliğinin de riske girdiği görülmüştü. 1. Dünya savaşında Arap milliyetçiliği ve Şerif Hüseyin isyanı, Araplara da güvensizlik yarattı.

İşte bu vasatta Orta Asya’dan gelen aydınların Türk birliği fikri prim yapmıştı. İngilizlerin Rusya’yı sıkıştırmak adına destek verdiği Türk milliyetçiliğinin buralarda devletlü elitlerde karşılık bulmasının nedeni budur.

Cumhuriyet sürecinde İstiklal Savaşı yine de Osmanlı-İslâm ruhuyla yürütülmüştü. Ancak II. Lozan’dan sonra bu ruh terk edilip, Orta Asya kökenli milliyetçilik bile değil, tamamen seküler bir Türk kimliği devlete ve sonra topluma dayatıldı.

Çünkü ancak bu Türkçülük bizi Araplardan ve İslâm dünyasından yani petrol bölgelerinden uzak tutabilirdi! Maksat buydu yani.. Ve yine bu türkçülükle batıcı bir örtülü sömürge düzeni kurulabilirdi. Başka da bir yol yoktu yani.

Kemalizmin bir mecburiyet olarak algılayıp iştahla uyguladığı bu Türkleşme tarzı, bir yenilgi sonrasının mecburiyetinden kaynaklanan mahcubiyetle yürütülseydi belki bugünkü bir çok sorun yaşanmazdı. Ama bu politikayı göçmenler eliyle ve islâma karşı son derece saldırgan, pervasız ve yine ırkçı bir temelde yürütünce devlet Batı’nın devşirme aygıtına dönüştü, millette buna karşı sabır moduna geçti.

KEMALİZM, TÜRK’Ü VE TÜRKLÜĞÜ DE YOK ETTİ

Kemalizm bunu “ne” diyerek yaptı?

Üniter devlet ve Türk milleti diyerek yaptı.

Önce doğal coğrafyamızdan koparttı, bu manada üniter yapıyı kendisi tahrip etti, bölücülük yaptı. Hem de Türk’ü, Türklüğü yok ederek. Dilini budayarak, iddialarından, tanzim edici iradesinden kopartarak. Kürd’e, Arab’a düşman ederek tabii ve tarihsel Türklüğü bütün kardeşleri için adeta bir öteki haline getirdi.

İkinci olarak da Anadolu coğrafyasında da insanları kendi içinde bölüp ayrıştırarak parçaladı. Şeyh Sait isyanı, şapka isyanları, Ağrı, Dersim, Menemen, vb. hadiseler, Kemalist seçkinleri halka düşman etmişti. Bir tür sömürge valiliği gibi davrandılar. Dersim’e kimyasal silah atıp haşereler temizlendi diyen bir zihniyetten bahsediyoruz. Birileri utanmadan bu zalimlikleri Türklüğe, Müslümanlara, Sünniliğe, İslâm’a yazmaya kalkıyor bugün.

Oysa aynı zihniyet şapka kanununa direnen Rize’yi topa tutmuş, Menemen’i yakın diye emir vermiştir. Eh İngilizler Fransızlar kalsaydı da bunları yapacaktı zaten.

Böyle bir rejimi bu ülkenin kurtarıcısı, yok efendim birliğinin varlığının teminatı olarak görmek ne oluyor şimdi?

Kimse milleti aptal yerine koymasın. Biz herşeyi dedelerimizden ninelerimizden dinleyerek büyüdük. Kemalist tarih kitaplarının yalanlarına karnımız tok. Kürt sorunu da, Alevi sorunu da, Laik-şeriatçı sorunu da işte bu Kemalist zihniyetin ürettiği sahte sorunlardır ve onlarca yıldır bu ülkenin iç savaşlar ve çatışmalara mahkum edilmesinin nedenidir. Milletimizin ne etnik ne mezhebi ne dini olarak bir biriyle hiçbir sorunu yoktur.

Doğal haline bırakınca yani devlet o kirli elini çekince gelecekte de olmayacaktır. Çünkü bu topraklarda bizi var eden o ruh, 15 Temmuz’da gördüğümüz gibi, etnikçi, mezhepçi, ideolojik saçma sapan gavur teraneleri değil, o doğal, tarihsel ve sahici ortak değerlerdir.

NEO-KEMALİZM’LE “TÜRK-İSLÂM KEMALİZM SENTEZİ” İSTENİYOR

Neo-Kemalizm’le ikinci bir Lozan yaşatılmak isteniyor diyebilir miyiz?

Evet. Lozan’ın 100.yılı yaklaşırken, küresel güçler ve Kraliçe birazcık güncelleyerek “Türk-İslâm Kemalizm sentezi” formülüyle uygulamak istiyor. Yine aynı şeyleri söyleyerek tabi ki: dış politikamız için “Ortadoğu’ya karışmayın, Kürtlerle kavga etmeye devam edin, Araplardan nefret edin, Ermeniler’i, Yunanlılar’ı,İranlıları düşman görün, Suriye’ye karışmayın, Mısır’ı unutun, Orta Asya’ya dönüp bakmayın bile, Balkanlar’la nostaljik bir bağınız olsun, kendi içinizde yaşayın gidin” diye dayatıyorlar.

FETÖ’cü darbenin de amacı buydu zaten. Başarsalardı ılımlı islâm dedikleri işte bu tür bir rejim devam edecekti. Sadece devlete biraz başörtü takıp Amerikancı cemaatleri de bir yerlerde Müslüman görünümlü Neo-Amerikancı münafık elit yetiştirmek için öne çıkaracaklardı.

Yine demokrasi maskesi altında ama ekonomiyi azınlıkların yönetmesine dayalı ekonomi politik sistemde devam edecekti.. Biliyorsunuz İngilizler dünyayı böyle yönetir; içeride bir azınlığı iktidara getirir çoğunluğu yönettirir. Şimdi de ekonomik gücü Sabataycı azınlıktan alıp yeni bir azınlık peydahlayarak ve onlara bağımlı bir sınıf yaratarak ekonomiyi yönetmek istiyorlar.

BATI “ERDOĞAN’LI TÜRKİYE’Yİ” CEZALANDIRMAK İSTİYOR

Son on yılda Tayyip Erdoğan’la simgeleşen süreçte şunu gördük ki, “biz bu dayatmaları kabul etmiyoruz, kendi kaderimizi kendimiz çizeceğiz, Batı’yla da Doğu’yla da eşit şartlarda otururuz, ittifak da yaparız, gerilim de yaşarız..ama eşit güçler olarak” diyen bir Türkiye var artık.

Tayyip Erdoğan bunu söyledi ve bu söylemler öncelikle İslâm dünyasında, Ortadoğu’da, hatta ezilen dünyada çok ciddi bir karşılık buldu. Zaten o yüzden saldırıp duruyorlar, cezalandırmaya ve yenmeye çalışıyorlar. FETÖ de, PKK saldırıları da, Batı medyasındaki Türkiye düşmanlığı da, Suriye’deki olayların da nedeni budur..

Yani bizim kendi kaderimizi kendi elimize alma çabamızdır. Ne pahasına olursa olsun Türkiye yolda devam edecek.

Bu noktada, eski Soğuk Savaş’ta yetişen ister Kemalist ister dinci ister liberal olsun, kaşarlaşmış zihniyetin tekrar güç kazanma arayışları var şimdi.

Biz tüm bunları reddediyoruz. 15 Temmuz darbecilerinin de sloganı olan “Yurtta cihanda Sulh”u, biz ABD’ye, Avrupa’ya tavsiye ediyoruz. Kendi ülkelerinde ve dünyada sulhu sağlasınlar önce..

Kemalizm kendisini daha çok “güvenlik endişeleri”nden besliyordu. Şimdi de Türkiye’nin tüm terör örgütleriyle ve aslında arkalarındaki konvansiyonel güçlerle topyekün bir savaşı var..Neo-Kemalizm de tam bu noktada bu savaşla ilgili güvenlik endişelerinden mi güç alıyor?

Kemalistler Batı’nın gücünü çok abartıyorlar, çünkü Allah’a ve ahiret gününe inanmıyorlar. Bu millete de inanmıyorlar. Bu millete inanmadıkları için milleti dönüştürmeye, “Rablik” yapmaya kalktılar. Bu korku onların sorunu; bu millet korkmuyor..

Zamanında Suriye devrimi başladığında, burada bazıları “insanlar boş yere öldürülüyor, katlediliyor” diye söylediler. Çok Suriye’li ile görüştüm; bir tanesi bile bu cümleleri kurmadılar ve “Biz korkmuyoruz, size ne oluyor”, dediler. ‘ilk defa özgürleştik, onurumuz ve haysiyetimiz için savaşıyoruz, bu bedeli ödeyeceğiz” dediler.

BATI’YLA İŞİMİZ BİTMEDİ DAHA

Yani kimse halklarımız, milletimiz, bu toplum adına konuşmasın. 241 şehidimiz var hepsi de aslanlar gibi savaştılar. İki bin küsür yaralımız var. Ne onlar ne aileleri, hiçbiri pişman değil, “bir daha olsa yine yaparız” diyorlar. Sırada yüzbinler, milyonlar var..

Biz korkmuyoruz da siz gölgenizden korkanlar, bizim adımıza neden korkuyorsunuz?

Batı topuyla tüfeğiyle gelsin, korkmuyoruz..Sonuna kadar da savaşacağız, gücümüz yettiği kadar da yüzyılın, iki yüzyılın, üç yüzyılın rövanşını alacağız.

Herkes bunu bilsin, bu iş burada bitmedi, bitmeyecek..

1918’de Zenci Musa, İngiliz Valisi’ne söylüyor: Sizinle işimiz daha bitmedi

Bu olay FETÖ işini de çok aşar; FETÖ’nün de efendileri dahil bunlarla kıyamete kadar savaşacağız. Onlar da bilsinler…Bu tek taraflı bir savaş değil, bu bizim istediğimiz, taraf olduğumuz bir savaş. Tüm dünyanın zalimleriyle, zalimlerle işbirliği yapan alçaklarla sonuna kadar savaşacağız ve yeneceğiz.

Kemalist bürokrasi, o bürokrasinin Batı’da yetişen yetmeleri çıkıp ukalalık yapıyorlar; “reel devlet, rasyonel stratejik politikalar” gibi analizler yapıyorlar. Sadece gülüyoruz..Bu işler de öyle yürümüyor..

KEMALİSTLER BATI ADINA BİZİ KORKUTUYORLAR

Bu savaş onları çok aşar..

Şimdi aradaki boşlukta, FETÖ’cülerle uğraşırken, devlette bir yer edinmiş unsurlar güya devletin güvenliği için konuşuyorlar ama aslında söyledikleri Batı adına bu milleti korkutmak.

Nasıl Amerikan köpekleri Irak’a girer girmez insanlarımızı Guantanamo kampına götürüp çırılçıplak soyarak işkence edip sonra da resimleri paylaşarak güya korkutmaya çalıştılarsa, bu da aynı…Nasıl ki Amerikan köpeklerinin Garnizonlarında bombalar patladıkça kaçacak delik aradılarsa, aynısı bu ülkede de böyle olacak..

Evet nükleer silahımız, uçak gemimiz, onlar kadar gelişmiş silahlarımız yok..Onlar kadar da zalim değiliz, bunlar doğru..Ama şunu unutmasınlar, 15 Temmuz gecesi yaşanan sahneleri unutmasınlar. İş ciddiye bindiğinde nerede ne olacağını hiç kimse bilmiyor. Bu işler sadece tankla tüfekle de yürümüyor..

Bizim onurumuza, irademize, birlik ve beraberliğimize kim kastediyorsa bunun bedelini ödeyecek; ama yavaş yavaş, ama farklı yöntemlerle..Ama hiçbirinin yanına kalmayacak.

Kemalizm kendisini uydurma tarihler yazarak bir kurtarıcı olarak sahneye çıkartmıştı. Millet buna hiç inanmadı; atasından, dedesinden duyduklarına daha çok itibar etti..O yalanlarına da hiç inanmadık zaten.

Kemal Tahir sürekli “Batı’ya rüşvet teklif ederek var olamazsınız” der. Batı’ya sürekli “biz size benzedik, size tehdit değiliz” diyerek, güyâ bu ülkeyi Batı tehdidinden koruduklarını düşündüler. Oysa biz dört tane büyük darbeyi, aslında dört büyük iç savaşı yaşadık ve hepsi de Batı eliyle yaptırılmış. Hangi güvenlikten bahsediyor bunlar?

Hepsi de Kemalistler eliyle yapılmıştı. Kemalizm bu ülkenin güvenliğinin, yani Batı tehdidinden Batıcılaşarak korunmanın formülü olsaydı, sadece son 60 yıllık iç savaşlar ve darbelerde kaybettiğimiz on binlerce insanımızı kaybetmezdik. Geçin bunları…

Suriye’de 6 yıldır yaşananları Kemalizm 90 seneye yayarak yaşattı bu millete..Kimi kandırıyorsunuz siz? Bu ülkenin, milletin tek sahici güvenlik tehdidi Kemalizmdir, kemalistlerdir. Her fitnenin, her melanetin kökünde onlar var..

Bakın Kemalistlerin devleti bu ülkeye, millete hayırlı olan hiçbir şey yapmamıştır.

Mesela, 99 depreminde de 15 Temmuz gecesinde de milyonlarca insan kendi aralarında hiçbir sorun yaşamadan zorlukların üstesinden geldi.

O her birimizi özel hayatına kadar takip eden, askere alırken vergi toplarken en küçük bir detayı bile atlamayan devleti, topyekûn felaketler yaşadığımız en kritik dönemlerde hiç görmedik. Çünkü o devlet sadece bu milleti denetleme, soyma, dövme, sövme, öldürme konusunda örgütlenmiş. Yaşatma ve yüceltme konusunda değil..

Başbakan, “FETÖ’cülerin TSK’daki varlığı, albay ve aşağı rütbelerde yüzde 60-80 arasında değişiyor” dedi. “FETÖ Tehdidi” hangi ölçüde devam ediyor?

Konvansiyonel bir gücü yok artık FETÖ’nün. Batı’nın bu anlamda, operasyonel bir aparatı kalmadı. Nokta atışlar, küçük çaplı saldırılar yapabilirler ancak. FETÖ kaçacak delik arıyor şu an..

FETÖ’nun mevcut gücünü abartarak, FETÖ’nün arkasındakilerin istedikleri şeylere alan açmak en büyük tehdittir. Bu arada şunu kimse unutmasın, 90 yıllık İngiliz-Fransız-Rus egemenliği ve 60 yıllık ABD-İsrail egemenliği dolayısıyla bu ülkede ve devlette çok ciddi bir Batı’yla iltisaklı unsur var. FETÖ’cülere bakarken bunları da ıskalamamak lazım. FETÖ bahaneli tasfiyelerde belki de tekrar bunlar kendilerine alan açıyor olabilirler.

Bu FETÖ işi özellikle bürokraside gözleri kör etmemeli. Bu nedenle eski Türkiye’nin, eski rejimin kodlarıyla, üslubuyla konuşanlara dikkat edilmeli. Bunun kod adı Neo-Kemalizm’dir. Neo-Kemalizm’i ifade eden her söylem, bu tehlikenin işaretidir.

Diğer yandan Suriye’de ve Mısır’da egemen güçlerle uzlaşmaya dönük çabalar, Rusya’da diplomatik bir normalleşmenin ötesine geçen ilişkiler (ki bana göre Rusya, Avrasya’nın İngiltere’sidir ve asla güvenilmez) Neo-Kemalizmin işaretleridir.

15 Temmuz’un “Yurtta Sulh” kodu da bunu işaret ediyordu sanki..

Aynen buydu; “NATO’ya sadığız, komşularımızla iyi ilişkiler” klişeleri..

Hem senin “komşum” dediğin kim? Bırakalım artık bu Sykes-Picot kafasını. Devlet diye muhatap aldıkların, biri İngiliz’in, diğeri Fransız’ın, öbürü Rusya’nın sömürgesi..Her biri bir mafyöz grubu tarafından yönetilen eşkiya grupları..

Bizi halklar ilgilendiriyor. Bu devletlerin hiçbirini tanımıyoruz, tüm bu yuvaları dağıtacağız. Bizim vilayetlerimiz, şehirlerimiz var; Şam, Bağdat, Kudüs, Beyrut, Halep, Erbil, Musul, Kerkük, Kâbil, Semerkant, Buhara, Mekke, Medine, Kahire,Yemen, Üsküp, Bosna,vd.

Mevcut gecekondu devletler, bir üst çatıda bir araya gelene, entegre olana kadar tahammül ettiğimiz ayrı ünitelerdir. Hiçbirinin gerçekliği asla yoktur, tarihte de yoktur gelecekte de olmayacaktır. Irak’ta, Suriye’de yeni devletçikler kuracaklarmış…Araplar’dan Ermeniler’den sonra Kürtler’i de bu şekerle kandırmaya çalışıyorlar. Hadi kursunlar bakalım…

O yeni İsrail’lerine Araplar, Kürtler, Türkler hep birlikte kurşun sıkacak..

Geçti o yeni sağ, sol, Türk, Kürt, Arap maskeli devşirme faşist münafıklar bulup ulus devletler peydahlama devri..Kışkırtıp gaz verdikleri bu yeni Kürt maskeli Haçlı çeteleri önce Kürtler dökecek Fırat’a; bunu hep birlikte göreceğiz.

Yeni bir Kut’ül Amâre, yeni bir Suriye Kuva-yi Milliye’si yaşanacak ve bu defa Ekrad, Etrak ve Arap İslam güçleri omuz omuza vererek, girip temizledikleri hiçbir yerden gelen telgraflarla çekilmeyecek. Biliyorsunuz Uceymi Sadun Paşa, Musul’u elinde tutarken Mustafa Kemal’den gelen bir telgrafla orayı terk etmesi isteniyor. “Neden?” diyor, “bayrağımız dalgalanıyor ve İngilizler buraya yaklaşamıyor, neden terk edelim?” İkinci telgraf geliyor ve diyor ki, “daha büyük menfaatlerimiz için anlaşmak üzereyiz, sen bırak gel

Daha büyük menfaat, 90 yıllık kanlı, kirli , küçük bir ırkçı faşist rejimmiş meğer..

TÜRKİYE’NİN GÜNDEMİ ENTEGRASYON VE “NASIL BÜYÜRÜZ”

Bundan sonra ne olabilir peki, bu irade var mı devlette?

Valla devleti bilmem, çok da önemsemiyorum. Ama millette tabii ki var. 15 Temmuz bu iradenin konuşmasıydı zaten..

Şu bir gerçek ki, 20.yy.’ın bölücü, yıkıcı, Batıcı rejimler parantezi kapanmıştır. Sadece nasıl bir formülasyonla tekrar aynı çatı altında bir araya geleceğimizi konuşmamız gerekiyor. Bu birliktelik Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri gibi yönetimler şeklinde mi olur; Osmanlı gibi daha doğal şekilde mi olur, Doğu-Batı Roma gibi mi olur..Biraz daha güncellenmiş federatif-konfederatif bir üst birlik mi olur…Bilemiyoruz. Bunları tartışmalı artık Türkiye. Gündemde artık yeni entegrasyon ve “nasıl büyürüz” soruları olmalı.

Tek bir formül de değil, her bölgeyle farklı formüllerde entegrasyon da olabilir..Sosyal, kültürel, ekonomik, askeri birçok formül. Teritoryal olmak zorunda da değil bence. Somali’den Moro’ya kadar cihanşümul bir gücüz biz.

Ama önümüze PKK/PYD, IŞİD gibi yemler atıyorlar, bizi korkutmaya sindirmeye çalışıyorlar. Ama biz terörle terbiye edilmeye aşina bir milletiz. Asla boyun eğmeyeceğiz.

Türkiye bu Neo-kemalizm, yeni Lozan, vb. formattaki tuzağa düşerse, en fazla 15 Temmuz ruhu ötelenir. Ama er ya da geç devlet ve millet o ruhla şekillenecek; yeni vatan, yeni ülke, yeni devlet ve yeni değerlerimiz inşallah 15 Temmuz devrimi ruhuyla yeniden inşa edilecek.

O ruh da hiç bir etnik karşılığı olmayan “non-etnik” bir ruhtur; hiçbir ırk, mezhep hatta din ayrımı olmayan, insanlık temelinde ve bu milletin ruh kökünden, bu milletin tarihiyle coğrafyasıyla tüm halklarıyla barışık bir ruhtur.

Hz. Adem’in eşit çocukları, Hz. İbrahim’in hanif milleti, Hz. Muhammed’in ortak ümmeti şuuruyla bu topraklarda yaşayan herkesin özgürce ve birlikte var olabileceği kerim bir devlet ve ortak vatan şuuru, tek ilacımız ve rehberimiz olmalı..

Ahmet Özcan

Ahmet Özcan:

Nüfus kaydı ismi Seyfettin Mut. İ.Ü. iletişim fakültesi mezunu (1984-1993); yayıncılık, editörlük yapımcılık ve yazarlık yaptı. Yarın yayınları ve haber10.com haber sitesinin kurucusu.
Ahmet Özcan, yazarın müstear ismidir.

-Yer aldığı Dergiler:

İmza (1988), Yeryüzü, (1989-1992), Değişim (1992-1999), haftaya bakış (1993-1999), Ülke (1999-2001), Türkiye ve dünyada Yarın (2002-2006)

Yayımlanmış Kitaplar:

-Yeni bir cumhuriyet için-
-Derin devlet ve muhalefet geleneği-
-Sessizlik senfonisi-
-Şeb-i Yelda-
-Yeniden düşünmek-
-Teolojinin jeopolitiği-
-Osmanlının Ortadoğu’dan çekilişi-
-Açık mektuplar-
-Davası olmayan adam değildir-
-İman ve İslam-
-Yenilmiş asilere çiçek verelim-
-Tevhid adalet özgürlük-
-Devlet millet siyaset

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Bakmadan Geçme

Yahudilik Nedir? Ne değildir?

İsrail’in Gazze saldırısı, İsrail, siyonizm, Filistin, Kudüs, ABD, Avrupa, İngiltere,

Teolojinin Jeopolitiği

Teolojinin jeopolitiği, Mezopotamya-Akdeniz havzasının kadim politik paradigmasıyla 21. yüzyılın parametreleri