Mankurt

“İnsan öylesine alçaktır ki, her şeye alışır.”
Dostoyevski

Ünlü romancı Cengiz Aytmatov, ‘Gün Olur Asra Bedel’ adlı romanında bir Kırgız efsanesindeki işkence yönteminden bahseder. Sovyet döneminin mezalimini sembolik bir dil ve dolaylı çağrışımlarla işleme zorunluluğu nedeniyle öykülenen bu efsanede bir Moğol kabilesi; esirlerin başındaki kılları kökünden kazıdıktan sonra yeni kesilmiş bir deve derisinden yapılmış başlığı kafasına sımsıkı geçirirler. Esiri bu haliyle güneş altında günlerce aç, susuz bırakırlar. Esir bu işkenceye dayanır da sağ kalırsa hafızasını kaybeder, bütün geçmişini unutur ve bir ‘mankurt’ olur. Esir, kendisini bu işkenceden kurtaran kişiye köle olur ve ömür boyu onun her dediğini yapar.
Sovyet yönetiminin özellikle muhalif aydın ve sanatçılara yönelik uyguladığı ‘Lobotomi’ politikasını çağrıştıran bu efsane, Aytmatov’un roman diliyle o dönem rejimine eleştirisini dile getirmektedir. İnsanların beyin hücrelerine cerrahi olarak müdahale edip, onları hareketsizleştirme uygulaması olarak lobotomi, eski Doğu blokunda, Moskova Selbinski, Leningard ve Kazan’daki enstitülerde uygulanmaktaydı.
İnsanoğlunun kadim alışkanlığı olarak ‘ötekini’ yok etmenin bu iğrenç biçiminde esas öğe otorite’dir. Esirlere, muhaliflere, farklı olanlara karşı ‘otoriter’ tavrın bunun gibi onlarca biçimi daha vardır. Hatta düşman ya da tehlikeli unsur olmasa dahi, otoriteler peşin bir tedbir olarak herkesi ‘Mankurt’ yapmaya çalışırlar. Ne kadar fazla insan beyinsizleşir, hafızasını yitirir ve iradesini kaybederse, otoriteler o kadar güçlü ve egemen olurlar. Zira hegemonya itaatten doğar. Efendilik köleliğin çocuğudur. Bu nedenle ‘Mankurtlaştırma’, otoritelerin düşmanlarını yok etmeye yönelik bir yöntem olmanın ötesinde bizatihi otorite’nin özünde mündemiçtir. İnsanları köleleştirmek, beyinleriyle oynamak, kişiliklerini değiştirmek, otoritelerin, iktidarların, devletlerin, orduların özünde bulunan temel bir vasıftır. Hiç düşman olmasa dahi her tür otorite, tabiatı gereği ‘köleleştirme’ye başvurmak zorundadır. Çünkü, varlığının başka hiçbir yolu ve izahı yoktur.
Mankurt, insanoğlunun en fıtri sapkınlığını yani efendi ve köle düzeninin oluşma yöntemini izah eden çarpıcı bir semboldür. Her otorite, “İnsanların beynine bir deve derisi geçirir ve yakıcı güneş altında uzun süre bekletir.” Daha sonra da bir kurtarıcı güç figürü olarak belirip, insanları kendisine tabi kılar. Öyle olmasaydı dünyanın bir avuç güç’ sahibi tarafından yönetilmesi mümkün olmaz ve milyonlarca insanı tarihi tekerrür ettirecek bir hafızasızlık ve iradesizlik içerisinde onlarca çeşit otoriteye itaat ettiren ‘kölece’ boyun eğiş devam etmezdi.

Otoritelerin mankurtlaştırma araçları oldukça zengindir. Örneğin siyasi iktidarlar, okulları, camileri, kışlaları, karakolları, kitle iletişim araçlarını, spor ve eğlence çeşitlerini ustalıkla kullanmasını bilirler. Karşı otoriteler olarak muhalif iktidar adayları için de aynısı geçerlidir. Yine ‘din’ otoriteleri Kutsala olan saygı ve bağlılığı, bilim otoriteleri gizem çözücü karmaşık formülleri, fikir adamları ustaca arka arkaya dizdikleri kelime ve cümleleri, sanatçılar çarpıcı imge ve sembolleri, müzisyenler söz ve ses ahengini, zenginler malvarlıklarını, statü sahipleri prestiji, modacılar imajı, medyacılar illüzyonu kullanarak kitleleri mankurtlaştırabilirler.

İnsanlara hizmet edici, eğitici, öğretici, hatırlatıcı, olgunlaştırıcı, hakikate götürücü olmayan, aksine bu görünümler altında hükmedici ve dayatıcı olan her tür ‘araç’ ve bu araçların sahipleri, kendilerine ‘kul’ arayan efendi taslakları durumundadır. İronik olan, bu efendi taslaklarının kendisi de önceden mankurtlaştırılmış beyinsizlerdir. Efendi-köle ilişkisi, kendi içinde totolojik bir çark gibi döner. Çünkü, böylesi, sorumluluk üstlenmek istemeyen insanın işine gelir ve samsara gibi bu çark döner durur.
Milyonlarca insanın siyaset, devlet, din, bilim, sanat, eğitim, müzik, spor, statü veya basın gibi araçlar yoluyla beyinsizleştiği bir toplumda, Moğol ya da Sovyet yöntemleri gibi kaba olmasa da rafine ve dolaylı bir köleleştirme sürüyor demektir.
Siyasi iktidara iyi bakın. Liderlere, başkanlara, amirlere, şeflere, ilim, fikir ve sanat adamlarına dikkatli bakın. Yazarlara, şairlere, gazetecilere, spor, müzik, sinema starlarına, meşayıha, üstadlara, abilere yakından bakın. Size ne veriyorlar, karşılığında ne istiyorlar? Beyninize ne kadar hükmediyor ve kişiliğinize ne kadar müdahale ediyorlar? Ruhlarınız ve bedenleriniz üzerinde ne yapmaya çalışıyorlar? Sevginiz ve öfkenizi nereye yönlendiriyorlar? Aklınız ve hafızanız üzerinde ne kadar oynuyorlar?
Eğer sizden koşulsuz itaat, karşılıksız saygı, tek taraflı bedel istemiyor ve karşılığında mutlak doğruların, iyiliğin, güzelliğin maliki olduklarına inanmanızı beklemiyorlarsa sorun yok demektir. Onlarla çift yönlü, hayırlı ve verimli ilişkiler kurma şansınız vardır.
Eğer durum tersi ise ‘kafanızın üzerindeki deve derisini ve tepenizdeki güneşi’ görebilmek için aynaya iyi bakmanız
gerekecektir.

Leave a Reply