Bilinçaltı

Freudyen psikanalizde Bilincin altkatmanı olarak kategorize edilen bilinçaltı, davranışlarımızı yönlendiren en önemli
faktörlerden biri olarak tavsif edilir. Bilinci insan iradesinin vitrini, bilinçaltını ise bir depo gibi düşünebiliriz. Tutum ve davranışlarımız hatta düşünce biçimimiz, bilincimizin berrak ve açık seçimleri sayesinde değil, çoğu zaman bilince çıkmayan ve bir biçimde geriye attığımız birikintilerimizin itmesiyle şekillenir. Bilinç, tercih ve ayıklama ile çalışır, bilinçaltımız ise deposundaki karmaşık yoğunluğun zaman içerisinde dönüştüğü bir “güdü” olarak ve dışavurum refleksi ile açığa çıkar.
Bebeklik döneminden itibaren, insanın yetişme biçimi ve çevresine bağlı olarak bilinçaltına depolanan bir yığın güdü; özlem, talep, kaygı, korku, beklenti, hayatin devinimi içerisinde kendiliğinden bizi yönlendirir. Kendimizin dahi farkına varmadığı bir şekilde bilinçaltımız, yansıtma, saptırma, tutku, önyargı, saplantı gibi irade dışı kanallarla kendini gösterir. Bilinç ve bilinçaltı ilişkisi, normal insanlar için aile, çevre, toplum ve devlet gibi dış faktörlerden oluşan bir aidiyet çeperi içerisinde yer alma sürecinde şekillenir. Bu aidiyet çeperi ile kurulan ilişkiye bağlı olarak bilinçle bilinçaltı, bazen normal ve doğal bir alışveriş içerisinde sağlıklı, bazen de anormal ve sağlıksız bir
yapıya sahip olabilir. Özellikle dış faktörlerin baskı, dayatma ve kuşatma yoğunluğu bilinçaltını güçlendirir. İnsanların, içinde şekillendikleri çeperin tahakkümü karşısında direnme kanalları bulamadıkları her durumda bilinçaltı devreye girer. Yasaklar özlemleri, baskılar kaçışı, dayatmalar saplantıyı, zorlamalar korkuyu üretir, biriktirir ve en olmadık an’larda dışavurur.
Bilinç ile bilinçaltı, böyle durumlarda çift kişilik, iki yüzlülük ya da şizofreni gibi algılanabilecek iki farklı “irade”ye dönüşür. Bilinç toplumsal ‘ben’i, bilinçaltı ise öteki ve çoğu zaman daha sahici ‘beni temsil eder.
Bireyler gibi, topluluk ve toplumlarında kollektif bilinci ve kollektif bilinçaltı vardır. Toplumsal bilinç ve bilinçaltının
oluştuğu aidiyet çeperi de aile, çevre, toplum ve devlet gibi dış faktörleden oluşur. Her toplum şefkatli bağımlılık (Ana) ya da otoriter saygı (Baba) ilişkisi içinde, aynı temelde din (ana) ve devlet (baba) gibi ‘temel’ referansların gözetimi altında yetişir. Kendisini ait hissettiği bir çevre’ye (Türk dünyası, Müslüman ümmet, Batı uygarlığı vb.)
sahiptir. İlişkide olduğu bir toplumsal ortam (komşuluk, ticaret vb. ilişkilerle alışveriş içinde olduğu diğer toplumlar) ve kendisinden üstün gördüğü, dışsal bir otorite (ABD, Avrupa vb.) vardır. Bu çeper içerisinde oluşan bilinç, görüntüyü, bilinçaltı ise esas olanı temsil eder. Bireyler gibi toplumların da kendisini oluşturan çeperin tahakkümüne bağlı olarak sağlıklı ya da sağlıksız bir kişilik yapıları olabilir.
Örneğin yaşadığımız toplum, din, devlet, komşular ve dünya sistemiyle bir tahakküm ilişkisi içerisindedir. Binlerce yıllık hiyerarşik ve otoriter geleneğin oluşturduğu bilinçaltı, kendisi dışındaki her şeyle bir otorite bağı kurmayı gerektirmiştir. Toplumun itaati dahi, otoriteye duyulan özlemin tersinden dışavurumu gibi şevk ve vecd ile doludur. Dış faktörlerle var olan bütün ilişkinin kökeninde mutlaka boyun eğme ya da üstün gelme güdüsü vardır. ‘Öteki, başkası’ , bu otoriter içgüdünün yönlendirmesiyle çoğu zaman tahakküm edilecek ya da hayran olunacak obje’ler durumundadır. Kolektif bilinçaltı, sevgi ve nefretini, dostluk ve düşmanlığını, kabul
ve redlerini, övgü ve sövgülerini, yargı ve kanaatlerini daima bir tahakküm formu içerisinde açığa çıkarır. Bilinçaltında birikmiş yığıntılar, baskı, emir, talimat, tayin, atama, dayatma, zor, şiddet, itaat, boyun eğdirme, intikam, kelle alma, hesap sorma, güç gösterme, yok etme, yıkma, batırma, önleme, yasaklama, yüceltme, kahraman olma, üstün gelme, başarma, kazanma, hakimiyet, ele geçirme, hiyerarşi gibi otorite ve tahakküm içeren davranışlardan oluşur. Toplumsal tarih otorite ve itaat, zor ve boyun eğme, yok etme ve hakim olmanın
özetidir. Çünkü kitlelerin tanıdığı, tanıştığı, etkilendiği, öğrendiği, bildiği başka bir şey yoktur.
Yaşadığımız toplum, bir bilinçaltı toplumudur. Birikmiş
özlem, talep, kaygı, korku, beklenti, istek ve arzularının tam karşıtları bugüne kadar emir, talimat, yasak ve zorlamalarla kendisinden uzak tutulmuştur. Kollektif bilinçaltımız, tahakküm, kompleks ve kaprislerle doludur. Bu nedenle toplumsal yapımız eskisi, yenisi ve yeni adaylarıyla hegemonya, şiddet ve reaksiyondan oluşur.
Bilinci, sahte kurgular ve yapmacık arzulardan, bilinçaltı ise otoriter zorbalığın ezikliğini barındıran gerçek talep ve beklentilerden oluşan bir toplumun bireyleri, kendisi olma ve kendini gerçekleştirme bilincine kavuşmalı ve bunun için bilinçaltını özgürleştirmelidir.
Liberalizm, demokrasi, özgürlük, aydınlanma söylemleriyle bilinçaltlarındaki faşizmi, totaliterizmi, tahakkümü gizleyen liberal, demokrat, Kemalist, solcu ve sağcı çevrelerin ikiyüzlü ve şizofrenik kişiliği, gerçek özgürlük sevdalılarının ibret-i âlâsı olmalıdır.
Aynı şekilde ‘derin ve kutsal devlet tahakkümcülüğünü yansıtan bilinçaltlarını sureti-hak ile dışa vuran ve insanları
Allah ve Resulü’ ile aldatanların çoğaldığı bir dönemde yalnızca bilincimizi değil, bilinçaltımızı da özgürleştirmek zorundayız. İslam’ı, kolektif bilinçaltının meşrulaştırıcı araçlarından biri kılan her tür söyleme karşı dikkatli olmalı ve kendimiz olma çabasıyla Müslüman kalma çabasının bilinçaltı düzeyinde aynı şey olduğunu unutmamalıyız. Müslümanlıklarını bilinçaltı kompleks ve kaprislerini tatmin aracına dönüştürenlerin “döneklik”leri yeteri kadar ders verici olmalıdır

Leave a Reply